30 Eylül 2016 Cuma

Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ndeki Tutunamayanlar







TKL - 434
25.5.2015
Hicret OSTA

Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ndeki Tutunamayanlar

     Birey anlatısı olarak Batı’da 18. yüzyılda ortaya çıkan roman, edebi bir tür olarak Türkiye’de varlığını batılılaşma fikrinin bir parçası olarak 19. yüzyılda ancak gösterebilmiştir. Bununla birlikte sanatsal açıdan daha ustalaşmış ve romanın hedeflediği bireysel anlatıya dönük olarak daha derinlikli karakterlerin yazıldığı romanları, 20. Yüzyıl itibariyle ancak görebilmekteyiz. Bu yazıda, 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra yazılmış olan ve Türkçe edebiyatın roman alanında yetkin örneklerinden kabul edilen Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü ve Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar isimli kitaplarını edebî bağlamda kıyaslayıp, ikisi arasındaki benzerlik ve farklılıkları ortaya koymaya çalışacağız.

     Bahsi geçen iki romanda da son derece ironik bir anlatımın varlığı ilk aşamada dikkat çeker. Bu nedenle  öncelikli olarak ironinin kullanış amaç ve şekli etrafında bu iki romanı ele alacağız. İroni, söylenilenin tam tersini kast etmedir. Genellikle kelimesel düzlemdeki ironide, kullanılan kelimelerle söylenilen anlamın tersi anlatılmaya çalışılır. Kelime ironisinin yanında, durum ironisini anlatmak amacıyla “ironik anlatım” bir teknik olarak edebiyatta kullanılmaktadır. “İronik anlatım, karşıtlıkların, yergilerin, yaşanan olumsuzlukların daha etkili ve vurucu bir şekilde aktarılmasını sağlamak amacıyla, asıl niyetin gizlenerek bütün bunların doğal bir durummuş gibi ima biçiminde sunulmasıdır. İronik yaklaşımla yazarlar, gerçeğe vurgu yaparak, sarsıcı bir etki yapmayı hedeflerler.”1 Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde de benzer bir yaklaşımla yazarın eleştiride bulunduğu fikirleri, olumsuzluklarına dikkat çekmek istediği düşünceleri, son derece ironik bir anlatımla bize sunduğunu görüyoruz.

     Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde her şeyden önce başkarakter Hayri İrdal’ın romandaki ironik anlatıma kaynaklık ettiğini söyleyebiliriz. Çevresindeki insanları ve olayları bize tek tek anlatan Hayri İrdal’ın, tüm yaşanılanları ne dereceye kadar anlayıp anlamadığından tam olarak emin olamıyoruz. 1. tekil şahıs anlatıcı olarak sesini duyduğumuz Hayri İrdal’ın, kompleksiz bir şekilde kusurlarıyla, yanlışlarıyla beraber tüm hayatını ortaya dökmesinde ironik bir dil kullanıp kullanmadığı konusunda okuyucu tam bir netlik içinde olamamaktadır. Aslına bakılırsa romandaki ironiyi doğuranın tam da bu tavır olduğunu söylemek mümkün. Mesela, hem anlatıcı hem de başkarakter olan Hayri İrdal’ın ağzından babasıyla ilgili bir anıyı şöyle dinleriz: 

“Asıl kötüsü, anneme o kadar bağlı olan babam bu kadıncağızla, onu zengin zannettiği için evlenmişti. Halbuki kadın parasızdı.”2 

     Babasıyla ilgili alayvari bir dil kullanmadan onun zaafını saf bir dille anlatan Hayri İrdal aracılığıyla ironi yakalanmaktadır. Bunun dışında karakterler arasındaki diyalogların da yine Hayri İrdal’in olayları tam manasıyla anlayıp anlamadığından şüphe edilmesi suretiyle nasıl ironik bir anlatım oluşturduğunu görmekteyiz. Doktoru Hayri İrdal’dan, kendisinin manalı çıkarımlar yapabileceği rüyalar görmesini talep eder. Fakat doktorun istediği gibi rüya görmeyi bir türlü başaramayan Hayri İrdal ve doktor arasındaki bir diyalog şöyledir:


“__ Yapamadınız… Bütün gayretlerimi mahvettiniz. Tekrar doğacaktınız, hakbuki olduğu gibi kaldınız…
Ben elimden geldiği kadar teselliye çalıştım:
__ Üzülmeyin doktor, bu gece gayret ederim. Zaten doğru dürüst gitmemişti, belki bu akşam yine gelir.”3

     Hayri İrdal, romanın başka kısımlarında istek üzerine rüya görülmesi absürtlüğünün bilincinde olduğunu sezdirmesine rağmen, bu tarz diyaloglarla sanki sürdürülen bir oyunu aynı doğallıkla bozmayan bir aktör gibi rol almaktadır. Bu yöntem başkarakterin içinde bulunduğu durumu ironikleştirerek eleştirilen durumu daha da etkileyici ve vurucu yapmakta, ironik anlatım bu bağlamda hedefini bulmaktadır.

     Tutunamayanlar romanında da ironik anlatımın oldukça etkin bir şekilde   kullanıldığını görmekteyiz. İroninin eleştiriyi aktarıcı gücü ile Atay’ın bu romanda “burjuva aydınlarını silkelemek için onların kültür değerleriyle, ideolojik tutumlarıyla, yaşamda bağlandıkları konvansiyonlarla”4 alay etmesi birlikte düşünülürse, ironik anlatımın bu romanda önemli bir role sahip olduğu anlaşılabilir. Bunun bir örneğiyle hemen kitabın baş kısmında karşılaşıyoruz. Turgut Özben’in yazdıklarını kitap haline getirme sürecini aktaran gazetecinin notuyla başlamaktadır roman. Fakat bu girişin hemen ardından yayıncı yazdığı notla büyük oranda gazeteciyi değilleyerek bu kitabı “belge niteliğinde” gördüklerinden dolayı yayımladıklarını söyler. Metnin üstkurmacalığını roman başlar başlamaz hatırlatan Atay, yayıncının kullandığı “belge” kelimesiyle de gelecek tepkilerin kırılması amacının güdüldüğünü hissettirerek ironik bir anlatım yakalar.


     Tutunamayanlar’daki ironik anlatıma bir başka örnek de Turgut’un biyografisinin batı ve geleneksel biyografi tarzının karması şeklinde kurgulanmasında görüyoruz: “Bundan yirmi beş yıl kadar evveldi. Aksaray’ın Horozuçmaz Mahallesi Lalegül Sokağı Hane No. 54, Cilt No. 22, Sahife No. 669’da, iki katlı ahşap bir evde, medeni hali bekar, cinsiyeti erkek, dini İslam bir çocuk dünyaya geldi.”5 Böylece beklenilen klasik biyografi anlayışının yıkılması sağlanarak durumsal bir ironi yakalanmıştır. 

     Farklı örneklerle ironinin bir anlatım tekniği olarak iki romanda da yer aldığını göstermeye çalıştık. Böyle bir tercihin altında, eleştirilen noktaları derinleştirme, romanın etki gücü ve alanını kuvvetlendirme isteğinin yanında, büyük ölçüde anlatılmak istenen saçma ve absürd durumların bu tarz bir yöntemle daha iyi aktarılabilme fırsatının yattığı söylenebilir.

     Tutunamayanlar ve Saatleri Ayarlama Enstitüsü arasında kıyaslamaya tabi tutacağımız bir diğer yön ise, bu romanlarda diyalojizm’in kullanımı konusudur. Edebiyat alanına “dialogism” kavramını, realizmi yeniden tanımlayarak kazandırmış olan Mihail Bahtin hayatın monoloji üzerinden gitmediğini ve dolayısıyla romanın da bu şekilde kurgulanmaması gerektiğinden söyler. Ona göre gerçeklik hayatta da olduğu bir çok seslilik bütünüdür. Bu bağlamda Bahtin’e göre yazar için önemli olması gereken, “kahramanın dünyada nasıl göründüğü değil, öncelikle dünyanın kahramana nasıl göründüğü ve kahramanın kendi kendisine nasıl göründüğüdür.”6 Burada, daha önceki roman anlayışlarındaki özelde kahraman, genelde gerçeklik algılarını tamamıyla değiştiren bir fikirden bahsedildiğini söyleyebiliriz. “Çünkü burada keşfedilmesi gereken şey, kahramanın özgül varoluşu, sabit imgesi değil, tam da bilincinin toplamı, nihayetinde de kahramanın kendi dünyasına ve kendine dair son sözüdür.”7

     Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar romanında kurguladığı karakterlerin tam da Bahtin’in bahsettiği dialogism içinde olduklarını görmekteyiz. Bahtin’in çokça vurguladığı özbilinç, kahramanın kendi farkındalığıdır ki biz o karakteri ancak onun kendi farkındalığı üzerinden tanıyabiliriz. Çünkü karakter ne kadar kendisini  tanıyorsa o kadar ifade edebilir, daha fazlasını ise başka karakterlerin bilincinden öğrenebiliriz. Kısacası bilinçlerin etkileşimi diyebileceğimiz dialogism, Tutunamayanlar’da temel yapıyı oluşturmaktadır. Berna  Moran başkarakter Turgut üzerinden aktarılan bilincin bu romanda ne kadar işlevsel bir role sahip olduğunu şöyle anlatır: 

Tutunamayanlar’da okur romanın dünyasına Turgut’un bilincinden bakmakla kalmaz, onun ruhsal gelişimini, iç çatışmalarını, değerlendirmelerini ve yavaş yavaş Selim ile özdeşleşmesini izler. Dış olaylar bir önem taşımaz, Turgut’un iç dünyasıdır önemli olan.”8


     Moran’ın da özetlediği bu duruma romandaki pek çok diyalog örnek olarak gösterilebilir. Selim hakkında daha fazla bilgi toplamak için hem ruhsal hem fiziksel yolculuğa çıkan Turgut, onun arkadaşlarına ulaşarak ondan kalan son parçaları toplamaya çalışır. Bu maksatla tanıştığı kişilerden Metin ile bir diyaloğu şu şekilde geçer:

“Selim nasıl, Turgut Bey?” “İyi, iyi,” dedi Turgut aceleyle. Bu acıyı da kendimize saklayalım Metin Bey. “Sizi mutlaka aramamı söyledi, Metin Bey. Çok severmiş size.” Haksızlık etmeyelim: Metin’i ara, demezdi Selim. Hiç olmazsa çekinirdi. Acaba Metin de tutunamayanlara giriyor mu? Bir bakıma girer. Hepsi sevimli olmaz ya. Belki çoğu değildir.9

     3. tekil şahıs anlatıcı üzerinden metin kurgulanmış olsa dahi, yukarıdaki diyalog esnasında anlatıcının aradan çekilerek Turgut’un kendi kendine birinci tekil şahıs olarak da konuştuğunu görmekteyiz. Bu esnada tamamen Turgut’un zihnine girilmiş, olay ve kişiler artık tamamıyla onun düşüncesinden okura aktarılmıştır. Yukarıdaki Bahtin alıntısında vurgulandığı üzere, bir diğer önemli mesele de diyalojizmde son sözün yine karakterin kendisi tarafından söylenmiş  olmasıdır. Yani yazarın başını ve sonunu zaten keskinleştirdiği, büsbütün sınırları çizilmiş kat’i bir karakter anlayışının tam tersi bir anlayıştan bahsetmek mümkün. Bu bağlamda Turgut’un yavaş yavaş bir dönüşüm yaşadığına ve tutunan bir kişiyken bir tutunamayan oluşuna şahit oluyoruz. Atay, karakterinin kararlarına adeta müdahil olmayarak onun kendisi hakkında söz sahibi olmasına izin vermiştir. “Başka bir deyişle, Turgut kendi uyanışını, arayışını ve sonunda kimliğini bularak yazmaya başlamasının öyküsünü anlatır Tutunamayanlar'da. 10     

      Diyalojizm bağlamında Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ndeki karakterlerin, daha ziyade monolojik olarak kurgulandığını söyleyebiliriz. Romanın başkarakteri olan Hayri İrdal 1. tekil şahıs anlatıcıdır aynı zamanda. 1. tekil şahıs anlatıcı kullanımının, okur ile karakter arasına mesafe koymadığı açıktır. Bu durumda karakterin düşüncelerinin doğrudan yansıtılma ihtimalinin daha fazla olduğunu ve anlatı açısından da karakterin gözünden daha baskın bir söylemin dile getirildiğini söyleyebiliriz. Tutunamayanlar’daki 3. Tekil şahıs anlatıcı sesi devamlı dönüşerek, muğlak bir zemine oturuyor ki diyolojinin yapısına çok daha oturan bir anlatım tekniğidir.



     Bu romanda her ne kadar başkarakter Hayri İrdal’ın gözünden dünyayı seyretsek de, bu seyrediş aktif bir bilincin bize sunduklarını idrak etmekten ziyede, ayna tutulmuş bir olaylar zincirini görmek şeklinde gerçekleşmektedir. Hayri İrdal’ın da her ne kadar başarı ile sonuçlanan bir değişim yaşadığına şahit olsak da özbilincin bu değişimde çok aktif bir rolü olmamakla beraber, tesadüfi olayların sürüklemesi neticesinde bir değişim yaşanmaktadır. Kitabın başında çizilen Hayri İrdal karakteriyle sonundaki arasında bilinç ve dünyayı algılamada çok bir farklılık olmadığı görülmektedir. Bununla birlikte, Hayri İrdal’ın bilinci diğer karakterlerin bilinçleriyle de birebir muhatap olmaz. Ya karakterle kendisi diyaloglar kurar ya da o karakterleri okura hikaye eder. Ve hikaye edilen karakterlerin de çoğunlukla monolojik anlayışa uygun nihai karakterler olduğu açıktır.

     Ele alacağımız bir diğer konu ise, bu romanların bir bireyin anlatısı olmalarının yanında toplumsal bir eleştiride bulunup bulunmadıklarıdır. İronik anlatım kapsamında da kısmen değerlendirdiğimiz gibi, toplumsal eleştirinin iki romanda da olduğunu söylemek mümkün. İlk olarak Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ne bakarsak, erken dönem Cumhuriyet ideolojisiyle bağlantılı olarak kurgulanan toplum mühendisliği tavrı olmakla birlikte sürekli gerçekliğin altı oyularak bu tavrın da boş olduğuna duyulan inanç dile getirilmektedir. İçinde bulunan dünyanın eleştirisini yaparak yazar, aslında eski ve yeni arasında bir fark olmadığını, hayatın kendisinin de bir kurmacadan ibaret olduğunu hissettiriyor.


     Tutunamayanlar’daki eleştirinin ise daha kökten ve yıkıcı olduğu görülmektedir. Zira insanın zihninde kategorize ederek kurduğu anlam dünyasını tek yekun dağıtmaya yönelik bir tavırla eleştiri yapılmaktadır. Söyledikleri ve söyleyiş biçimi açısından bir başkaldırı romanı olan Tutunamayanlar “burjuva düzeninin kurallarına, değer yargılarına, beğenisine, yaşam biçimine ayak uydurmayan, topluma yabancılaşmış yalnız insanları”ın ve özetle bireyin isyanının anlatısıdır.11

     Son olarak, bahsi geçen iki romanı gerçekçilik, modernizm ve postmodernizm eksenlerinde konumlandırmaya çalışacağız. Tutunamayanlar ve Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanları için temelde söyleyebileceğimiz şey, kendilerinden bir önceki romancılık anlayışından içerik ve biçim açısından farklılaşmış olmalarıdır. Bu nedenle her iki roman da dönemin beklentilerini karşılamamış ve onların asıl değerleri daha sonradan anlaşılmıştır.

            Türkiye’de 19. yüzyıl sonlarında dünyadaki edebiyat anlayışına paralel olarak realizm akımının etkisi görülmüştür. Özellikle Servet-i Fünun döneminde, realizmin Osmanlı toplumundaki etkisinin ve kapalı toplumdan kamu alanına geçişin yansıtıldığını görmekteyiz. 20. yüzyıl başı itibariyle ise, yaşanan savaşlar neticesinde milliyetçilik akımı etkili olmuş ve İsmet Emre’nin Postmodernizm ve Edebiyat kitabında belirttiği üzere modernist anlayışın çok hakim olmadığı modern dönem edabiyatı rüzgarı esmiştir.12 “Modern roman ferdin üzerinde döner” diyen Tanpınar ise  1961’de yayımlanan Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde “bireyselliği” vurgulayan modernist bir yaklaşım sergileyip, birey merkezli kurulan romanın temelini atmıştır.13 Orhan Pamuk cemaat anlayışından tam kopamadığı için Tanpınar’ın modernist bir yazar olduğu görüşünü çok tasvip etmese de, özellikle S.A.E.’de kullanılan biçimler ve eserin genelinde yansıtılan güvensizlik havası modernist tavrın taşıyıcılarıdır. Erişilebilir bir gerçeklik sunma gayretinde olan realistlerin aksine, modernistler hakikate ulaşmanın zorluğunu yansıtırlar. Özellikle sanayileşmenin etkisiyle bütünlükten parçalanmışlığa giden süreç hayatta olduğu gibi edebiyatta da bölünmüşlük ve dolayısıyla hiçbir konuya tümüyle vâkıf olamama anlayışını getirmiştir. S.A.E.’de de büyük ölçüde modern dünyanın getirileriyle beraber çevresine yabancılaşan Hayri İrdal’ın hikayesini ironik bir dille dinleriz. Özellikle roman boyu tekrar eden yalan-hakikat ikilemi, sürekli okurun güvenini sarsarak hakikate ulaşmanın zorluğunu bildirilir.

     Toplumcu-gerçekçiliğin ana akım olduğu dönemde yayımlanan Tutunamayanlar’a geldiğimiz vakit ise, bu akımın hakimiyetinden uzak bir yapının varlığını görürüz. “Her postmodern metin, modern bir metnin ‘bozularak’ onun külleri üzerine az ya da çok kendi yapısını kurma gayreti güder” anlayışının bu romanda ana yöntem olarak belirlendiğini söyleyebiliriz.14 Modern yöntemle klasikleştirilmiş bir türün bozulmasını, daha evvelde söylediğimiz gibi biyografi ve tercüme-i hal kırması bir yapıyla ironikleştiren Atay, tarih yazıcılığı vb. gibi pek çok modern metin türünü de bozarak postmodernist bir tavır sergilemektedir Tutunamayanlar’da.

     Olay örgüsü, zaman ve mekan açısından incelediğimizde bu iki roman arasındaki modernist ve postmodernist yaklaşım farklılığı daha net ortaya çıkmaktadır. “Kusursuz kurgu ve kompozisyon anlayışının hikaye etmeye dayalı bir formda”  aktarılmasının, modernist metne hakim olduğu görülür.15 S.A.E.’de yaşanılan durumların ve karakterlerin tüm absürtlüğüne rağmen  sonu ve başı çok daha belirli bir olay örgüsü mevcutken, Tutunamayanlar’da ise postmodernist bir metin anlayışının getirisiyle, olay örgüsündeki kopukluk ve süreksizlik dikkat çeker. 

     Modernizmi temel alan metinlerde “birey”in önceliği her zaman için ön plandadır. Bu bağlamda Tanpınar’ın da zamanı ve mekanı insan odaklı bir çerçevede işlediğini görüyoruz. Hayri İrdal’ın ustası Nuri Efendi’nin ağzından şu sözleri duyarız: “Saatin kendisi mekan, yürüyüşü zaman, ayarı insandır…Bu da gösterir ki, zaman ve mekan, insanla mevcuttur!”16 Bununla birlikte “modern medeniyet, gözü ve görselliği esas alan bir medeniyet” olduğu için “modern metinlerde mümkün olduğunca ayrıntılı yer tasvirleri verilmeye çalışılır.”17 S.A.E.’de yapılan mekan tasvirlerinin de bu tarife uygun olduğu muhakkaktır.  


     Tutunamayanlar’a baktığımızda ise, zaman ve mekan olgusunun aynı olay örgüsünde olduğu gibi kopukluk ve süreksizlik temelinde işlendiği görülür. Zamanın müphemiyeti ve silikliği metnin herbir parçasına nüfuz etmiştir adeta. Zaman, esas olarak Turgut’un zihninde gerçekleşir. S.A.E.’de zaman bireye bağlı olmakla beraber, dış dünyanın zaman algısı da bir taraftan sekteye uğratılmaz, olayların sırası bu  zamana tabidir. Tutunamayanlar’da ise daha kitabın başından itibaren “belirsiz zaman işaretleri" ile karşı karşıya kalırız.18  "Olay, Yirminci Yüzyılın ikinci yarısında, bir gece,  Turgut’un evinde başlamıştı. Ozamanlar Olric yoktu; daha o zamanlar Turgut’un kafası bu kadar karışık değildi.”19 Mekan ise zamandan çok daha silik bir vaziyettedir. Adeta, ressamın birkaç fırça darbesiyle oluşturduğu belirsiz vuruşlardan ibarettir. Bu yönleriyle Atay’ın postmodernist bir tavır sergilediği yadsınamaz. Tüm bunlarla beraber Berna Moran “Tutunamayanlar 19. yüzyıl  gerçekçiliğine sırtını dönmüş, bir ayağı modernistlerde bir ayağı post-modern bir roman” yorumunda bulunur.20 Bu tespiti, sürdürememe ve tutunamama halinin arkasında modernist bir tavır olmasına bağlayabiliriz. Zira postmodernist bakış açısına göre tutunamama gibi bir şey zaten sorun teşkil etmez.

     Sonuç olarak, ironi, diyalojizm, toplumsal eleştiri vb. sorular çerçevesinde karşılaştırmaya çalıştığımız Saatleri Ayarlama Enstitüsü ve Tutunamayanlar için Türkçe edebiyatın modernist roman anlayışında üretilmiş önemli örneklerinden oldukları rahatlıkla söylenebilir. Bununla birlikte Tutunamayanlar’ın sadece modernist değil, kullanılan teknikler, olay örgüsü, zaman ve mekan algısı vb. unsurlar nedeniyle pekala postmodernist de bir tavra sahip olduğu açıktır.  




1. Blogcu, “Öyküde İronik Anlatım”, Necip Tosun.
 2. Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü (İstanbul: Dergah Yayınları, 2014) 26.

3. Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü (İstanbul: Dergah Yayınları, 2014) 125.
4. Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış / II (İstanbul: İletişim Yayınları, 1994) 197.

6-7. Mihail Bahtin, Dostoyevski Poetikasının Sorunları (İstanbul: Metis Yayınları, 2002) 97-98.

8. Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış / II (İstanbul: İletişim Yayınları, 1994) 204.
9. Oğuz Atay, Tutunamayanlar (İstanbul: İletişim Yayınları, 2014) 247.
10. Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış / II (İstanbul: İletişim Yayınları, 1994) 215.
11. Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış / II (İstanbul: İletişim Yayınları, 1994) .

12. İsmet Emre, Postmodernizm ve Edebiyat (Ankara: Anı Yayınları, 2004) 227.
13. Ahmet Hamdi Tanpınar, Edebiyat Üzerine Makaleler, haz., Zeynep Kerman (İstanbul: Dergah Yayınları, 2011) 60.

14. İsmet Emre, Postmodernizm ve Edebiyat (Ankara: Anı Yayınları, 2004) 12.
15. İsmet Emre, Postmodernizm ve Edebiyat (Ankara: Anı Yayınları, 2004) 308.
16. Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü (İstanbul: Dergah Yayınları, 2014) 33.
17. İsmet Emre, Postmodernizm ve Edebiyat (Ankara: Anı Yayınları, 2004) 18-19.
18. Jale Parla, Don Kişot’tan Bugüne Roman (İstanbul: İletişim Yayınları, 2000) 206. 
19. Oğuz Atay, Tutunamayanlar (İstanbul: İletişim Yayınları, 2014) 25.
20. Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış / II (İstanbul: İletişim Yayınları, 1994) 199.           


Kaynakça
Atay, Oğuz. Tutunamayanlar. İstanbul: İletişim Yayınları, 2014.
Bahtin, Mihail. Dostoyevski Poetikasının Sorunları. İstanbul: Metis Yayınları, 2002.
Blogcu, “Öyküde İronik Anlatım.” Necip Tosun.

Emre, İsmet. Postmodernizm ve Edebiyat. Ankara: Anı Yayınları, 2004.
Moran, Berna. Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış / II. İstanbul: İletişim Yayınları, 1994.
Parla, Jale. Don Kişot’tan Bugüne Roman. İstanbul: İletişim Yayınları, 2000.
Tanpınar, Ahmet Hamdi. Edebiyat Üzerine Makaleler. Haz., Zeynep Kerman. İstanbul: Dergah Yayınları, 2011.
Tanpınar, Ahmet Hamdi. Saatleri Ayarlama Enstitüsü. İstanbul: Dergah Yayınları, 2014.