2.12.2015
Hicret
OSTA
TKL-433
/ Makale Değerlendirmesi
YİNE, YENİ, YENİDEN SAİT FAİK
1954
senesinde kaybettiğimiz Sait Faik Abasıyanık, eserleriyle döneminde olduğu gibi
ölümünden sonra da adından oldukça bahsettirmiş, Türkçe modern öykücülüğün
kurucuları arasındaki haklı yerini almıştır. Vefatının hemen sonrasındaki
dönemin edebi dergileri incelendiğinde, hakkında yazılan pek çok yazı bu durumu
doğrular niteliktedir. Bu yazımızda ise, Varlık Dergisi’nin 1954 yılının Ağustos
sayısında yer alan Muhtar Körükçü’nün Sait Faik’in ölümünden önce yayınlanan
son iki kitabı Son Kuşlar ve Alemdağ’da Var Bir Yılan isimli hikâye
kitaplarını değerlendirdiği “Son İki Kitabı” isimli eleştiri metnini incelemeye
çalışacağız.
Öncelikle yazar, Sait Faik’in ölümünden
duyduğu büyük teessürü ifade ederek yazısına başlar ve ardından yazısının
objektifliğini kaybetmediğini belirtmek için metnin, Sait Faik’in ölümünden
birkaç gün evvel yazıldığını ve “acının sıcaklığı hükümlerinden bir şey
eksiltmesin diye” ancak ölümünden iki ay sonra onu neşrettiğini söyler.1
Ölmüş ve hala hayatta olan yazarlar için bir eleştirmenin “başka türlü”
yazacağını belirten yazar, daha Sait Faik ölmeden evvel kaleme aldığı bu
yazının eleştirdiği noktalar itibariyle Sait Faik’i daha iyi eser yazmaya sevk
edeceğine inanmaktadır. Zira bu noktada şu sözlere yer verir: “Münekkit aynı zamanda
sanatçıyı, güzele doğru sevkeden adamdır: bir baba, yaramaz evladına nasihat da
eder, hareketlerine düzen vermeye de çalışır, sarada sırada paylar da”.
Sanatçıyı daha güzele yönlendireceğine inanan Körükçü’nün, Sait Faik’in son iki
kitabıyla ilgili olumlu veya olumsuz hangi noktalar üzerinde durduğunu tespit
edip, bu noktaları tartışmaya çalışacağız.
Muhtar
Körükçü’nün Sait Faik’in son iki kitabı olan Son Kuşlar ve Alemdağ’da Var
Bir Yılan kitaplarına getirdiği ilk eleştiri içerik açısındandır. “İyi,
hoş, güzel, ama birader şu senin balıkçılardan, balıklarından, şu silik
şahsiyetlerinden bıktık; şu patrik Atenagoras’ın müritlerinden gına geldi;
sarhoşluk, içki hikâyeleri yetti artık, söyliyecek başka şeyin yok mu?”
diyerek, Sait Faik öykülerinde tekrar eden temaları sıralar. “Hüner ve zekâsını
böyle şeylere harcadığı için” ve “insanoğlu sadece balıkçılardan ibaret değil”
diyerek konu darlığı yaşadığını düşündüğü için eleştirir Sait Faik’i.
Konu
darlığını yıktığı hikâyelerde ise oldukça başarılı bulur sanatçıyı. Son Kuşlar’daki “Radyoaktiviteli,
Röportajlı Hikaye” için, “... bakın mevzu bulunca neler yapıyor koca çocuk.
Fevkalade bir müşahit kabiliyetiyle o sadeliğin altındaki keskin lisan birleşince
neler meydana getiriyor” der. Yine konu itibariyle beğendiği başka bir hikâye,
aynı kitaptaki “Türk Ülkesi”dir. Fakat yazarın burada memnun olmadığı taraf
Sait Faik’in hikâyenin konusunu ilerletememesidir. “Mevzuun tam ciğerine
girecekken kesiveriyor hikâyeyi. Malzeme yok çünki. Mevzua can evinden
girmişken sadece çerçeve ile kalıyor; o şikâyet ettiği Rumca tangolar
muhitinden başka yeri bildiği yok ki.” Peki, gerçekten Sait Faik, yazacak
malzemesi olmadığı ve/ya başka hiçbir muhit bilmediği için mi ağırlıklı olarak benzer
temalar ve karakterler üzerinden öykülerini biçimlendirir?
Öncelikle yazarın bu değerlendirme yazısında
“mevzu”dan bahisle ne kastettiğine bakarsak Sait Faik’i eleştirdiği nokta daha
açıklığa kavuşabilir. Ona göre “Anadolu, sonsuz mevzular ve malzeme âlemidir”.
Dolayısıyla Sait Faik, kazara Anadolu’daki bir köyden bahsedecek olsa herhangi
bir öyküsünde “mevzu bulmuş” oluyor. Aksi halde o, hep İstanbul’u anlatan, dar
çerçevede sıkışıp kalmış, konu bulamayan bir yazar. O halde bizim de Muhtar
Körükçü’ye şunu sormamız icap eder; devamlı Anadolu’dan ve köylerden bahseden
bir yazar da konu tekrarına düşmüş sayılmaz mı ve o yazar da malzeme sıkıntısı
çekiyor yakıştırmasını hak etmez mi?
Sonrasında ise eleştirinin yazıldığı 1954 yılı göz önüne alındığında ve
Türkçe edebiyat üzerindeki toplumcu-gerçekçiliğin etkisi düşünüldüğünde,
yazarın eleştirisinin sebebi çok da garip gelmiyor. Toplumdan ziyade birey
ve/ya insan merkezli yazan Sait Faik’in o dönem için bu türden eleştiri alması
bir noktaya kadar anlaşılabilir bir durum aslında. Üstelik bu eleştiri sadece
bu metnin yazarı tarafından değil, kendisinin de belirttiği üzere başkaları
tarafından da yapılmaktadır ki, Sait Faik “belki de horladığı [bu] tenkitlerin
haklı taraflarını teslim ediyor” ve arada sırada hikâye konularını
çeşitlendirme yoluna gidiyor, inancını taşımaktadır yazar.
Sait
Faik’in “İnsansız hiçbir şeyin güzelliği yok”2 diyerek merkeze
insanı oturttuğunu deklare eden birçok cümlesi gibi, yazar da “Sait Faik bir
tek mevzuu işliyor sanırsınız: insanoğlu” der. Aslında yazarın söylediği bu cümle
bile tek başına, yine aynı yazarın Sait Faik’in yazacak malzemesi olmadığını
iddia eden tezini yıkmaya yeter. Konusunu ‘insan’dan alan bir yazar, esas
itibariyle tükenmeyecek bir kaynağa sahip olmuş demektir zaten. Çünkü dünyayı
ve üzerindeki her şeyi anlamlandıran sistem yine insanda mevcuttur. Bir nesne
hakkında yazılabilecek yazıların toplam sayısı, en az bu dünya üzerindeki insan
sayısı kadardır. Çünkü o nesnenin her insandaki yansıması farklı olacak,
herkeste ufak benzerlikler olsa bile birbirinin tamamı ile aynı olmayan duygu
ve düşüncelerin uyanmasına sebep olacaktır.
Yukarıdaki gerekçeyi göz önüne
aldığımızda, Körükçü’nün iki kitabı değerlendirmek üzere yazmaya başladığı bu
yazıyı “Öteki hikâyelerden de söz açmağa lüzum var mı: hep bildiğimiz Sait
Faik, etrafında birtakım tipler, birtakım insanlar ve ortada muharririn
kendisi” şeklindeki yorumuyla büyük bir genellemeye vararak devam ettirmesi, bu
eleştirinin geçerliliği hakkında pek çok soru işaretini beraberinde getiriyor. Kaldı
ki Sait Faik, Son Kuşlar kitabındaki
öykülerini ağırlıklı olarak
balıkçılar, İstanbul ve deniz çerçevesinde yazmış olsa bile, niçin bir insan yazar sorusundan tutun da insan trajedisine, çalışmanın verdiği zevkten tutun da bireyin yalnızlığına kadar pek çok konu başlığı burada anlatılmıştır.
Tüm
bunlarla beraber, eleştirmenin Sait Faik’i olumladığı neredeyse tek yön “bütün
cepheleriyle” insanı anlatması ama bunu yaparken de “insanı kobay gibi masanın
üstüne yatırıp teşhir” etmemesidir. “O ne bir sosyolog, ne bir doktordur, o
teşrih ettiği insanla beraber yaşayan, onunla ağlayan bir şairdir. Hiçbir
iddiaya kapılmadan, hiçbir ukalalık ve tafrafuruşluğa düşmeden yaşıyor onunla
beraber ve anlatıyor.” Sait Faik’in büyüklüğünü burada bulan yazar onun
“anlattığı insanların yanı başında” olmasını, ustalığının kaynağı olarak
görüyor.
Muhtar Körükçü’nün Sait Faik’in son iki kitabı hakkında dile getirdiği
bir diğer eleştiri ise kullanılan dil ile ilgilidir. “Laübaliliğe, ihmal ve
üstünkörü çalışmaya sığmaz bu iş” dediği dil kullanımının, Sait Faik
öykülerinin kimi yerinde “pespayeye yaklaşan bir karışıklık” halini aldığını
söylemektedir. Eski kitaplarında olduğu gibi bu kitaplarında da harika hikâyelerin
yanında, çiziktirmeye benzeyen bir dil kullandığı hikâyelerin olduğunu söyleyen
yazar, “arslan da bazan esner, dahiler de bazan zırvalar” darb-ı meseliyle
iddiasını güçlendirmeye çalışır. Fakat bu yöntem yerine yazar, iddiasını
güçlendirmek için darb-ı mesel söylemek yerine, bu “üstün körü [yazılmış]
hikayeler”den pasajlar vererek okuyucuya haklılığını gösterebilseydi eğer,
kendi de üstünkörü bir eleştiri yazısı yazmamış olurdu kanaatimce.
Sonuç
olarak, Körükçü’nün “Son İki Kitabı” isimli eleştiri yazısı, Sait Faik ölmeden
önce yayımlanan Son Kuşlar ve Alemdağ’da Var Bir Yılan hikâye
kitaplarının, konu ve dil açısından değerlendirilmesinden ibaret görünüyor. Ne
var ki bu kitaplardan ilki nispeten daha çok anılsa da, Alemdağ’da Var Bir Yılan kitabının varlığını “bunlar”, “bu
kitaplar” şeklindeki zamir ve işaret sıfatlarıyla yapılan az sayıdaki
göndermelerle ancak hatırlayabiliyoruz yazı boyunca. Bu açıdan bakıldığında,
kitap değerlendirmesi amacıyla yazılan bu eleştiri metninin oldukça yetersiz
olduğunu söyleyebilirim. Üstelik ilk kitaplarına nazaran, “gerçekçi” anlayıştan
oldukça kopuk olan ve sürrealizmden izler taşıyan Alemdağ’da Var Bir Yılan hikâye kitabı, çok daha kapsamlı,
karşılaştırmalı bir tahlille ancak anlaşılabilecek ve bu kitap üzerinden Sait
Faik’in öykücülük serüveninde yaşadığı dönüşümler çok daha net
gösterilebilecektir.
Bu
ödev vesilesiyle, Sait Faik öykülerini değerlendirmek amacıyla o dönemde
yazılan birkaç eleştiri yazısını incelediğimde, Muhtar Körükçü’nün bu yazısında
dile getirdiği meselelerin, aslında Sait Faik hakkında zaten söylenegeldiği
imajı oluştu bende. İnsan merkezli yazması, balıkçı ve İstanbul
temalarını sıkça işlemesi, dili rastgele kullanışı gibi konulardan ibaret olan
bu eleştiriler, sanki bir kez de Muhtar Körükçü’nün bu yazısıyla tekrarlanıyor
gibi. Daha evvelden de bahsettiğim gibi bu durumun, dönemin toplumcu-gerçekçi
anlayışının edebiyat alanına sirayet edişi ve Sait Faik’in özellikle son
kitaplarında daha bireysel bir noktadan çıkış yapması arasındaki örtülü
çatışmadan doğabileceğini düşünmekteyim. Tüm bunlarla beraber, Sait Faik
öykülerini şimdiye kadar hakkında söylenilen etiketlemelerden ve basmakalıp
ifadelerden uzak bir şekilde okumak, Sait Faik öykücülüğünü daha bütüncül,
derinlikli ve keşfedilmemiş taraflarıyla görebilmeyi sağlayacaktır
düşüncesindeyim.
_____________________
1. Muhtar Körükçü, “Son İki Kitabı,” Varlık Dergisi (1954):409. Bu yazıdaki makale alıntılarının hepsi, burada bahsi geçen makaleden alınmıştır.
2. Sait Faik Abasıyanık, Son Kuşlar (İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2014), 29.
KAYNAKÇA
Abasıyanık,
SaitFaik. Son Kuşlar. İstanbul:
Türkiye İş BankasıYayınları, 2014.
Körükçü,
Muhtar. “Son İki Kitabı.” Varlık Dergisi (1954): 402-413