1 Kasım 2016 Salı

Makale Eleştirisi.




2.12.2015
Hicret OSTA
TKL-433 / Makale Değerlendirmesi

YİNE, YENİ, YENİDEN SAİT FAİK
     1954 senesinde kaybettiğimiz Sait Faik Abasıyanık, eserleriyle döneminde olduğu gibi ölümünden sonra da adından oldukça bahsettirmiş, Türkçe modern öykücülüğün kurucuları arasındaki haklı yerini almıştır. Vefatının hemen sonrasındaki dönemin edebi dergileri incelendiğinde, hakkında yazılan pek çok yazı bu durumu doğrular niteliktedir. Bu yazımızda ise, Varlık Dergisi’nin 1954 yılının Ağustos sayısında yer alan Muhtar Körükçü’nün Sait Faik’in ölümünden önce yayınlanan son iki kitabı Son Kuşlar ve Alemdağ’da Var Bir Yılan isimli hikâye kitaplarını değerlendirdiği “Son İki Kitabı” isimli eleştiri metnini incelemeye çalışacağız.
     Öncelikle yazar, Sait Faik’in ölümünden duyduğu büyük teessürü ifade ederek yazısına başlar ve ardından yazısının objektifliğini kaybetmediğini belirtmek için metnin, Sait Faik’in ölümünden birkaç gün evvel yazıldığını ve “acının sıcaklığı hükümlerinden bir şey eksiltmesin diye” ancak ölümünden iki ay sonra onu neşrettiğini söyler.1 Ölmüş ve hala hayatta olan yazarlar için bir eleştirmenin “başka türlü” yazacağını belirten yazar, daha Sait Faik ölmeden evvel kaleme aldığı bu yazının eleştirdiği noktalar itibariyle Sait Faik’i daha iyi eser yazmaya sevk edeceğine inanmaktadır. Zira bu noktada şu sözlere yer verir: “Münekkit aynı zamanda sanatçıyı, güzele doğru sevkeden adamdır: bir baba, yaramaz evladına nasihat da eder, hareketlerine düzen vermeye de çalışır, sarada sırada paylar da”. Sanatçıyı daha güzele yönlendireceğine inanan Körükçü’nün, Sait Faik’in son iki kitabıyla ilgili olumlu veya olumsuz hangi noktalar üzerinde durduğunu tespit edip, bu noktaları tartışmaya çalışacağız.
     Muhtar Körükçü’nün Sait Faik’in son iki kitabı olan Son Kuşlar ve Alemdağ’da Var Bir Yılan kitaplarına getirdiği ilk eleştiri içerik açısındandır. “İyi, hoş, güzel, ama birader şu senin balıkçılardan, balıklarından, şu silik şahsiyetlerinden bıktık; şu patrik Atenagoras’ın müritlerinden gına geldi; sarhoşluk, içki hikâyeleri yetti artık, söyliyecek başka şeyin yok mu?” diyerek, Sait Faik öykülerinde tekrar eden temaları sıralar. “Hüner ve zekâsını böyle şeylere harcadığı için” ve “insanoğlu sadece balıkçılardan ibaret değil” diyerek konu darlığı yaşadığını düşündüğü için eleştirir Sait Faik’i.
     Konu darlığını yıktığı hikâyelerde ise oldukça başarılı bulur sanatçıyı. Son Kuşlar’daki “Radyoaktiviteli, Röportajlı Hikaye” için, “... bakın mevzu bulunca neler yapıyor koca çocuk. Fevkalade bir müşahit kabiliyetiyle o sadeliğin altındaki keskin lisan birleşince neler meydana getiriyor” der. Yine konu itibariyle beğendiği başka bir hikâye, aynı kitaptaki “Türk Ülkesi”dir. Fakat yazarın burada memnun olmadığı taraf Sait Faik’in hikâyenin konusunu ilerletememesidir. “Mevzuun tam ciğerine girecekken kesiveriyor hikâyeyi. Malzeme yok çünki. Mevzua can evinden girmişken sadece çerçeve ile kalıyor; o şikâyet ettiği Rumca tangolar muhitinden başka yeri bildiği yok ki.” Peki, gerçekten Sait Faik, yazacak malzemesi olmadığı ve/ya başka hiçbir muhit bilmediği için mi ağırlıklı olarak benzer temalar ve karakterler üzerinden öykülerini biçimlendirir?
     Öncelikle yazarın bu değerlendirme yazısında “mevzu”dan bahisle ne kastettiğine bakarsak Sait Faik’i eleştirdiği nokta daha açıklığa kavuşabilir. Ona göre “Anadolu, sonsuz mevzular ve malzeme âlemidir”. Dolayısıyla Sait Faik, kazara Anadolu’daki bir köyden bahsedecek olsa herhangi bir öyküsünde “mevzu bulmuş” oluyor. Aksi halde o, hep İstanbul’u anlatan, dar çerçevede sıkışıp kalmış, konu bulamayan bir yazar. O halde bizim de Muhtar Körükçü’ye şunu sormamız icap eder; devamlı Anadolu’dan ve köylerden bahseden bir yazar da konu tekrarına düşmüş sayılmaz mı ve o yazar da malzeme sıkıntısı çekiyor yakıştırmasını hak etmez mi? 
     Sonrasında ise eleştirinin yazıldığı 1954 yılı göz önüne alındığında ve Türkçe edebiyat üzerindeki toplumcu-gerçekçiliğin etkisi düşünüldüğünde, yazarın eleştirisinin sebebi çok da garip gelmiyor. Toplumdan ziyade birey ve/ya insan merkezli yazan Sait Faik’in o dönem için bu türden eleştiri alması bir noktaya kadar anlaşılabilir bir durum aslında. Üstelik bu eleştiri sadece bu metnin yazarı tarafından değil, kendisinin de belirttiği üzere başkaları tarafından da yapılmaktadır ki, Sait Faik “belki de horladığı [bu] tenkitlerin haklı taraflarını teslim ediyor” ve arada sırada hikâye konularını çeşitlendirme yoluna gidiyor, inancını taşımaktadır yazar.
     Sait Faik’in “İnsansız hiçbir şeyin güzelliği yok”2 diyerek merkeze insanı oturttuğunu deklare eden birçok cümlesi gibi, yazar da “Sait Faik bir tek mevzuu işliyor sanırsınız: insanoğlu” der. Aslında yazarın söylediği bu cümle bile tek başına, yine aynı yazarın Sait Faik’in yazacak malzemesi olmadığını iddia eden tezini yıkmaya yeter. Konusunu ‘insan’dan alan bir yazar, esas itibariyle tükenmeyecek bir kaynağa sahip olmuş demektir zaten. Çünkü dünyayı ve üzerindeki her şeyi anlamlandıran sistem yine insanda mevcuttur. Bir nesne hakkında yazılabilecek yazıların toplam sayısı, en az bu dünya üzerindeki insan sayısı kadardır. Çünkü o nesnenin her insandaki yansıması farklı olacak, herkeste ufak benzerlikler olsa bile birbirinin tamamı ile aynı olmayan duygu ve düşüncelerin uyanmasına sebep olacaktır.  
     Yukarıdaki gerekçeyi göz önüne aldığımızda, Körükçü’nün iki kitabı değerlendirmek üzere yazmaya başladığı bu yazıyı “Öteki hikâyelerden de söz açmağa lüzum var mı: hep bildiğimiz Sait Faik, etrafında birtakım tipler, birtakım insanlar ve ortada muharririn kendisi” şeklindeki yorumuyla büyük bir genellemeye vararak devam ettirmesi, bu eleştirinin geçerliliği hakkında pek çok soru işaretini beraberinde getiriyor. Kaldı ki Sait Faik, Son Kuşlar kitabındaki öykülerini ağırlıklı olarak balıkçılar, İstanbul ve deniz çerçevesinde yazmış olsa bile, niçin bir insan yazar sorusundan tutun da insan trajedisine, çalışmanın verdiği zevkten tutun da bireyin yalnızlığına kadar pek çok konu başlığı burada anlatılmıştır. 
     Tüm bunlarla beraber, eleştirmenin Sait Faik’i olumladığı neredeyse tek yön “bütün cepheleriyle” insanı anlatması ama bunu yaparken de “insanı kobay gibi masanın üstüne yatırıp teşhir” etmemesidir. “O ne bir sosyolog, ne bir doktordur, o teşrih ettiği insanla beraber yaşayan, onunla ağlayan bir şairdir. Hiçbir iddiaya kapılmadan, hiçbir ukalalık ve tafrafuruşluğa düşmeden yaşıyor onunla beraber ve anlatıyor.” Sait Faik’in büyüklüğünü burada bulan yazar onun “anlattığı insanların yanı başında” olmasını, ustalığının kaynağı olarak görüyor.
     Muhtar Körükçü’nün Sait Faik’in son iki kitabı hakkında dile getirdiği bir diğer eleştiri ise kullanılan dil ile ilgilidir. “Laübaliliğe, ihmal ve üstünkörü çalışmaya sığmaz bu iş” dediği dil kullanımının, Sait Faik öykülerinin kimi yerinde “pespayeye yaklaşan bir karışıklık” halini aldığını söylemektedir. Eski kitaplarında olduğu gibi bu kitaplarında da harika hikâyelerin yanında, çiziktirmeye benzeyen bir dil kullandığı hikâyelerin olduğunu söyleyen yazar, “arslan da bazan esner, dahiler de bazan zırvalar” darb-ı meseliyle iddiasını güçlendirmeye çalışır. Fakat bu yöntem yerine yazar, iddiasını güçlendirmek için darb-ı mesel söylemek yerine, bu “üstün körü [yazılmış] hikayeler”den pasajlar vererek okuyucuya haklılığını gösterebilseydi eğer, kendi de üstünkörü bir eleştiri yazısı yazmamış olurdu kanaatimce.
     Sonuç olarak, Körükçü’nün “Son İki Kitabı” isimli eleştiri yazısı, Sait Faik ölmeden önce yayımlanan Son Kuşlar ve Alemdağ’da Var Bir Yılan hikâye kitaplarının, konu ve dil açısından değerlendirilmesinden ibaret görünüyor. Ne var ki bu kitaplardan ilki nispeten daha çok anılsa da, Alemdağ’da Var Bir Yılan kitabının varlığını “bunlar”, “bu kitaplar” şeklindeki zamir ve işaret sıfatlarıyla yapılan az sayıdaki göndermelerle ancak hatırlayabiliyoruz yazı boyunca. Bu açıdan bakıldığında, kitap değerlendirmesi amacıyla yazılan bu eleştiri metninin oldukça yetersiz olduğunu söyleyebilirim. Üstelik ilk kitaplarına nazaran, “gerçekçi” anlayıştan oldukça kopuk olan ve sürrealizmden izler taşıyan Alemdağ’da Var Bir Yılan hikâye kitabı, çok daha kapsamlı, karşılaştırmalı bir tahlille ancak anlaşılabilecek ve bu kitap üzerinden Sait Faik’in öykücülük serüveninde yaşadığı dönüşümler çok daha net gösterilebilecektir.
     Bu ödev vesilesiyle, Sait Faik öykülerini değerlendirmek amacıyla o dönemde yazılan birkaç eleştiri yazısını incelediğimde, Muhtar Körükçü’nün bu yazısında dile getirdiği meselelerin, aslında Sait Faik hakkında zaten söylenegeldiği imajı oluştu bende. İnsan merkezli yazması, balıkçı ve İstanbul temalarını sıkça işlemesi, dili rastgele kullanışı gibi konulardan ibaret olan bu eleştiriler, sanki bir kez de Muhtar Körükçü’nün bu yazısıyla tekrarlanıyor gibi. Daha evvelden de bahsettiğim gibi bu durumun, dönemin toplumcu-gerçekçi anlayışının edebiyat alanına sirayet edişi ve Sait Faik’in özellikle son kitaplarında daha bireysel bir noktadan çıkış yapması arasındaki örtülü çatışmadan doğabileceğini düşünmekteyim. Tüm bunlarla beraber, Sait Faik öykülerini şimdiye kadar hakkında söylenilen etiketlemelerden ve basmakalıp ifadelerden uzak bir şekilde okumak, Sait Faik öykücülüğünü daha bütüncül, derinlikli ve keşfedilmemiş taraflarıyla görebilmeyi sağlayacaktır düşüncesindeyim.


_____________________
1. Muhtar Körükçü, “Son İki Kitabı,” Varlık Dergisi (1954):409. Bu yazıdaki makale alıntılarının hepsi, burada bahsi geçen makaleden alınmıştır.
2. Sait Faik Abasıyanık, Son Kuşlar (İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2014), 29.


KAYNAKÇA
Abasıyanık, SaitFaik. Son Kuşlar. İstanbul: Türkiye İş BankasıYayınları, 2014.
Körükçü, Muhtar. “Son İki Kitabı.” Varlık Dergisi (1954): 402-413

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder