18.11.2015
TKL 309 - Hicret Osta
Düz
yazı türlerine nazaran kurgusal metinde var olan anlatıcı sesin, eser sahibiyle
çok daha özdeşleştiği alandır şiir. Bununla birlikte, “falan şiirinde filan
şair bunu demek istiyor” ifadesi de oldukça keskindir ve şair hep sanki o
manayı oradaki haliyle söylüyormuş hissiyatı uyandırır. Bunun yerine, şiir
öznesi ya da o şiirin yazıldığı andaki şair bunu demiş olabilir şeklinde
şiirleri tefsir etmek, çok daha yerinde olacaktır. Burdan yola çıkarsak, ’54
yılının Cemal Süreya’sı “Gül” şiirinde “Ben bazan isyasyonu bulamayan bir
adamım”1 diye tarif eder kendini. Peki o dönem, şair ya da şiir
öznesi neyi bulamamaktadır?
Bulamama ya da bulma hali aramakla doğrudan ilintilidir. Öncelikle şair,
bir arayış içindedir ki konumuz şiir olduğuna göre bu arayışın şiirsel
nitelikte olduğu su götürmez bir meseledir. Bulamama duygusunun verdiği arada kalmışlık, karamsarlık,
kargaşa, yeni yollar deneme refleksi, yalnızlaşma, yabancılaşma ve tüm bunları
sırtında taşımak suretiyle modern şiirde bireyin trajedisini merkeze alan bakış açısı,
Cemal Süreya’nın ’53-’58 yılları arasında yazdığı şiirlerinden oluşan ilk kitabı Üvercinka’da kendini göstermektedir.
Fakat bahsettiğimiz tematik unsurların kendilerini gösterme biçimi ağırlıklı
olarak dil üzerinden olmuştur. Üstelik bulunamayan şeyin “istasyon” oluşu, bize
ulaşılmak istenen yere giden vasıtaların da arandığını söylemektedir. Süreya’nın
bu kitapta, şiir istasyonuna varmak için hangi dil vasıtalarına uğradığını
izlemeye çalışacağız.
Dili farklı açılardan esneten, zorlayan,
yoklayan, kıran ve toparlayan Cemal Süreya’nın şiirlerinde ilk dikkat çeken
durum, daha önce kullanılmayan yeni kelimelerin ya da kelime gruplarının
türetilmesidir. “Türkü” şiirinde ikilemeler halinde kullanılan “kahin-klin
kahin-klin” ve “gülüm-mera gülüm-mera” (s.24), “Bun” şiirinde geçen
“meryemsiyorum” ve “gözistan” (s.37), “Üvercinka” şiirinin kendi ismi bu türden
kelimelere örnek olabilir (s.38).
Üstelik kitaba ismini veren “Üvercinka” şiirinin başta kendi başlığının
türetilmiş ve daha evvelden duymaya alışkın olunmayan bir kelime olması, bu
kitabın okuru bir dil kapalılığına, dil dönüşümüne ve değişimine taşıyacağının
da ilk işaretidir.
Asıl şiire ulaşmak maksadıyla şairin uğradığı bir diğer dil vasıtası,
cümlenin sentaksını bozmak ve böylece kelimelerin arasında bulunan bağı her
açıdan zayıflatmaktır. Bunun örneklerini Üvercinka’da
bolca görmek mümkün. “Aşk” şiirinde “Şurda da etin çoğalıyordu dokundukça
lafların dünyaların” mısrası (s.17), “İngiliz” şiirinde “İngilizde bol gelirli
bir bay şarkı söylüyor" mısrası (s.20),
“Elma” şiirinde “Yüreğimin ortasına kadar elma yiyorsun” mısrası (s.25), “Şu Da
Var” şiirinde “Bir de var sen koynumda yatıyorsun” mısrası (s.29) ve “Süveyş”
şiirinde “Gibi bir Erzurumlu yanından geçen minarelerin" mısrası (s.30)
verilebilecek ilk örneklerden. Dilbilgisi açısından birer bozulma taşıyan bu
cümleler, görüldüğü üzere anlamsal açıdan da farklı bir dünyaya işaret etmekte,
artık kullandığımız günlük dilden hayli uzaklaşmış olup okurun şiir ile
arasının açılmasına ve dile yaklaşımında eski rahatlığını kaybetmesine neden
olmuştur.
Sözcüklerin sessel açıdan harf düşmesi ya da eklenmesi suretiyle, dilin
oynanmasından, farklılaştırılmasından payını aldığını görüyoruz. Bunlar,
“Önceleyin” şiirinde olduğu gibi “Ben masanın üstüne kodum kuralları”
mısrasındaki ‘ko’makta (s.13), “İngiliz” şiirindeki “Meryem’in diyorsam, Kolay
Meryem’in, usullacık Meryem’in” mısrasındaki ‘usullacık’ta (s.20), “Aşk”
şiirinde “Yoktu dünlerde evelsi günlerdeki yoksulluğumuz” mısrasındaki ‘evelsi’
kelimesinde (s.17), “Cıgarayı Attım
Denize” şiirinde ‘cıgara’da (s.21) olduğu gibi şair, yöre ağızlarına gönderme yapmakta
ve bu kelimeler vasıtasıyla yeni çağrışımlara fırsat tanımaktadır.
Yazımsal değişimler de yine Süreya’nın arayışı içinde olduğu şiire
yaklaştırıcı bir unsur olarak dilin değiştirilmesine ve farklılaştırılmasına
katkıda bulunur. İlk olarak bir mısra içinde iki ayrı cümlenin noktayla
ayrılarak verilmesini örnek olarak gösterebiliriz. “Aşk” şiirindeki ilk iki
mısra, ayrı ayrı ikişer cümleden oluşmaktadır:
“Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git. / Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler.” (s.17).
“Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git. / Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler.” (s.17).
Bu noktayla ilgili bi diğer örneği ise
“Afrika” şiirinde görebiliriz. ‘Elalem’ bileşik kelimesi, şiir içinde sanki
ayrıymışçasına bölünerek kullanılır: “El bilir alem bilir” (s.34).
Yukarıda bahsetmeye çalıştığımız gözle görülür dilsel değişimlerin
yanında Cemal Süreya’nın ortak hafızada belli imgeleri çağrıştıran kelimeleri,
anlamsal olarak da dönüştürdüğüne şahit oluyoruz bu kitapta. Geleneksel
birikimde sevgiliyi ve bununla birlikte onun ulaşılamayan, görülemeyen biricik
yüzünü temsil eden gül, artık Cemal Süreya’da çok farklı bağlamlarda inşa
edilir:
“Yanaklarında çıban izi taşıyan
kadınlar / Gül Kurusu” (s.33).
Görüldüğü gibi eskiden mükemmel güzelliği sebebiyle tahayyül bile
edilemeyen sevgiliyi anlatan gül, artık kadınların yanaklarındaki çıban iziyle
çok rahat ilintilendirilebilmektedir. Yine ‘gül’ ile ilgili çarpıcı bir örnek,
“Gül” şiirinde geçer:
“Gülü alıyorum yüzüme sürüyorum / Her
nasılsa sokağa düşmüş” (s.12).
Burada da görüldüğü üzere, sokağa düşebilecek kadar sıradan bir çiçek
olarak artık karşımıza çıkabilmektedir ‘gül’, geleneksel ve alışılmış
kullanımının aksine. Bu noktayla bağlantılı bir diğer kullanımı “Üvercinka”
şiirinde buluyoruz:
“Ben böyle canlı saç görmedim ömrümde /
Her telinin içinde ayrı bir kalp çarpıyor” (s.38).
Bu mısralar, Divan Edebiyatı’ndaki sevgilinin saçlarına asılı kalan
aşıkların gönüllerini anımsatmakta adeta. Gönlün kalbe çevrilmesi ve iple
özdeşleştirilen saçın canlı bir varlık gibi tasviri, yine gelenekten gelen
imgenin yeni şiir tarafından ‘gül’ örneğindeki kadar keskin olmasa da
değiştirildiğinin göstergesidir.
Kelimelerin sağladığı anlamsal değişim, yalnızca yukarıda anlatıldığı
gibi kelimenin geçmiş getirilerini dönüştürmek olarak değil, birbiriyle ilgisiz
gibi görünen ama yan yana getirildiğinde şiire yepyeni bir söyleyiş tarzı,
çağrışım zinciri, şiirin derinliğini ve aynı zamanda kapalılığını artıran yeni
imgesel örüntüler kuran kelime gruplarıyla da yapılmaktadır. “Dalga” şiirinde
“Bulutu kestiler bulut üç parça” (s.18),
“İngiliz” şiirinde “Gözleri yüzünün tenha bir köşesine çekilmiş” (s.20),
“Üçgenler” şiirinde “Kendi kendine yetmeyen zavallı bir üçgen” (s.22), “Elma”
şiirinde “ Bir yandan yoldan insanlar geçiyor çoğul olarak” (s.25), “Hamza”
şiirinde “Gökyüzünü katlayıp bir köşeye koymuştuk” (s.27) gibi pek çok Cemal
Süreya mısrası, normalde birlikte kullanmayacağımız kelime birliktelikleriyle
yeni bir şiir dünyası kurmaktadır.
Sonuç olarak, “şiir”e kavuşmak için aradığı istasyona varmak yolunda dil
vasıtalarına müracaat eden bir Cemal Süreya ile karşılaşırız Üvercinka kitabında. Bu vasıta, kâh
cümlelelerin dilbilgisine mugayir bir biçime sokulması, kâh alışılmış bir
imgenin altının oyulması, bazen de yepyeni kelimeler türetilmesi şeklindedir.
Fakat ‘varış’tan ziyade bir ‘arayış’ işi olan şiir, asıl olarak bulunamazlığı
ile kendini var etmekte ve bu gerginlik üzerinden beslenmektedir. Buna karşın
iyimserliğini koruyan şair “Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek”
(s.38) inancıyla bulamadığı istasyonu aramaya devam eder.
______________
1. Cemal Süreya, Sevda sözleri (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2014), 12. Bu yazıda Sevda Sözleri kitabından yapılacak alıntılar, metinde parantez içinde sayfa numarası verilerek gösterilecektir.
KAYNAKÇA
1. Cemal Süreya, Sevda sözleri (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2014), 12. Bu yazıda Sevda Sözleri kitabından yapılacak alıntılar, metinde parantez içinde sayfa numarası verilerek gösterilecektir.
KAYNAKÇA
Süreya, Cemal. Sevda Sözleri. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2014.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder