21.01.2017
“YÜREK” İNSANI
Yürekdede
ile Padişah, Cahit Zarifoğlu’nun
çocuk kitabı görünümlü fakat özünde yetişkinlere de hitap eden, devlet-halk
ilişkisinin inanç düzlemindeki yapısını naif bir üslupla hikaye eden eseridir.
Kitap içinde geçen öykünün kabuğunda, Yürek Hasan (yani Yürekdede) ile hanımı
Ayşe Nine’nin köyden yaylaya göçleri esnasında yaşadıkları olay dizisini
izleriz. Tebdil-i kıyafet yapan padişah ve vezirlerine rast gelen yaşlı
çiftimiz, yolculuk esnasında sahip oldukları tek develerini misafirleri için
sofrada sunmaktan geri durmazlar. Nihayetinde padişahın takdirini kazanan bu
davranış neticesinde, Yürekdede şehre davet edilir ve fakat Yürekdede hikayenin
sonunda bir kez daha asıl Padişah’a ulaşmanın şükrü içerisindedir yalnızca.
Fakat bu noktaya gelinceye dek hikayenin vurguladığı adil düzen ve devlet
reisliği profilinin altındaki sağlam aile yapısının mevcudiyetini görmek,
kitabın ana mesajlarından birini teşkil etmektedir.
Yürekdede ile Ayşe Nine’nin yürekleri
ısıtan aile tablosu içinde insanlara örnekledikleri davranışlar, kitabın başı
ve sonu arasında hiç kesilmeden birbirini takip eder. Bu sürerliliğin tuğla gibi
ördüğü sağlam aile yapısı ise bizzat yönetimde olan devletin de mahiyeti hakkında
bilgi verir. Böylece halk içindeki sıradan bir insandan en tepedeki yöneticiye
kadar birbirine eklemlenen bir iyilik-güzellik halkası örülür.
“Köyün sağlam bir insan damarı” olan
Yürekdede ile Ayşe Nine’nin geçimlik sırları kitabın ilk başı itibariyle
sunulur. Hastalık ve yaşlılık nedeniyle köyden yaylaya geç bir vakitte göç
etmek durumunda kalan yaşlı çiftimiz, hareket edecekleri gün hususunda
birbirlerinin fikirlerini itina ve dikkatle sorarlar. “İşte ne zaman bir iş
tutacak olsalar, tam evli oldukları şu altmış beş yıldır hep böyle konuşur,
çoğu zaman da böyle, birbirlerinin gönüllerini hoş tutmak için gayret etmekten,
yapacakları işi unuturlarmış.”1 Aile meclisindeki istişareye her
daim vurgu yapan eser, ilerleyen safhalarda Yürekdede ile Ayşe Nine’nin bu kalbi
rikkatlerinin kaynağını da gösterir:
“İki
seccade serdiler.
Biri önde
biri bir arşın geride.
Sünnetleri
kıldılar iki rekat. Başlarını indirip bir müddet sessiz sessiz durdular.
Sonra
Hasan Dede kalktı. Kamet getirdi.
Kalın,
erkek, mübarek bir sesle.
O imam
oldu, Ayşe Nice cemaat...
Bir namaz
kıldılar ki bedenleri de ruhları da biz diyelim arşı alada, siz deyin cennet
bahçelerinin güllüklerinde.
Onların
yüreklerindeki ritimlerle görebilen olsa, der ki:
__ Dünya
bunlardan sorulur, kainat bunlara verilmiş, ol deseler olur, yıkıl deseler
yıkılır...(11)”
Aile içinde her daim cemaat temin edilerek
kılınan namaz, hem aile hem devlet bazındaki nizamı ve huzuru hissettirir
hikaye boyunca. Zira Rablerinin huzuruna tam bir teslimiyetle ve birlik içinde
varan halk, başlarındaki yöneticilerinin niteliğine dair de bilgi sunmaktadır
esasında. Ailelerin bile cemaat olmaktan geri durmayan birlik yapısı, halka
halka örülen bütün bir toplum yapısının temellerine ve bu topluma sağlanan adil
ve anlayışlı bir yönetim kadrosunun varlığına işaret eder.
Sadece namaz gibi farziyetlerle değil,
sünnetlerle de hemhal olup hayatlarını şekillendiren Yürekdede ile Ayşe Nine:
“Birlikte oturup bir kaptan çorba içtiler. Tabağın dibini ekmekle
sünnetlediler. Sofra bezine dökülmüş ekmek kırıntılarını bir bir bulup
besmeleyle ağızlarına koydular. Derken eşyalarını toplamak bir saatlerini bile
almadı. Bir kat ince yatak. Küçük bir kıl çadır. Bir iki erzak torbası... Bir
ibrik, bir küçücük leğen, birkaç sahan, bir tek kazan, birkaç tas, bir bakraç
(13).” Sadelikleriyle adeta Peygamber hayatını anımsatan bu güzel insanlar,
sadece dünyalık ihtiyaçları kadarıyla yolculuğa koyulurlar. Hem dünya
hayatından göçü de hatırlatan bu yolculuğun hikmetleri, aslında bu yalınlığa
haizdir. Dünyayı yüreklerinden çıkaran insanların kurdukları ailelerde şahsi
menfaatten ziyade diğerkâmlığın ortaya çıkacağı aşikardır. Yine parça-bütün ilişkisi
göz önüne alındığında fertten aileye,
oradan toplum ve devlete değin hem ters hem düz bağlantılar zincirinde dünyanın
araçsallaştırıldığı bir sistem ideali kendi varlığını ortaya koyar böylece.
Yalınlığın getirdiği mütevazılığın devlet
ayağındaki temsiliyeti, tebdil-i kıyafet ile dolaşan padişah ve vezirlerinin
kendilerini Yürekdede’ye takdimlerinde hissedilir:
“__ Bu
yiğitlerin başı başkanı sen misin oğul?
Gülmüş
adam.
__Bunların
herbiri değerli arkadaşlarımdır. Başkan bilirlerse beni başkanları sayılırım,
ama derlerse ki köleleriyim, o zaman da köleleri olurum onların (26).”
Eserdeki bir etkileyici sahne de
Yürekdede’nin misafirlere ikram etmek için deveyi Ayşe Nine’ye teklif etmesi ve
buna karşı yaşlı kadının cevabıdır: “Vah dedi Ayşe Nine vah benim kara başım,
kara yazgım. Amanın aman, ben yanmışım helak olmuşum da haberim yok. Allah sana
uzun ömürler versin, benden alsın sana versin. Vah bana ki ben niye daha önce
bunu düşünemedim. Dünya malı, dünya hırsı benim gözümü kör etmiş de haberim yok
(30).” Misafir karşılama noktasında, kendilerinin az sayıda da olsa eşyalarını
taşımalarına yardımcı ve tek mal varlıkları olan deveciği hiç duraksamadan
sofraya sunmaları da yine ailenin kurulduğu temel değerlerden cömertliğin
altını çizmektedir. Halkından yöneticisine, büyüğünden küçüğüne “alan el”
olmaktan ziyade “veren el” olmayı tercih eden bir topluluğun da yine adil bir
yönetimden başkasıyla yönetilmedikleri veya yönetilemeyecekleri apaçıktır.
Tebdili kıyafetteki padişahın iltifat ve
takdirine mazhar olan Yürekdede şehre davet edilir, padişahı ziyaret ve eğer ki
bir ihtiyacı var ise bunu gidermesi amacıyla. Hikeyenin sonunda, halen
karşılaştığı kişilerin kim olduğundan habersiz, yolculukları esnasında yardımcı
olması için belki bir deve isteyebilirim padişahtan diye davete icabet eden
Yürekdede, namaz esnasında padişahın duasına şahit olur: “Ya Rabbi, sen Kerim’sin,
Rahim’sin, yüceler yücesisin, bana rızık ver. Bana sıhhat ver (49).” Bunun
üzerine şöyle söyler kendi kendine Yürekdede:
“Bunun
da elinde bir şey yok. Ben de geldim ondan istemeye. Baksana o da bir başka padişahtan
istiyor. Bense onunla sarayına gitmeye razı oldum. Bu doğru değil. Hemen çıkıp
çadıra döneyim. Yol boyunca da, ağaçlarla çiçeklerle havayla suyla dost ola ola
bütün hacetlerimi Allahıma açayım. Ben de yalnız ondan isterim. Yanımda şunun
gibi ihsanı bol bir padişah da olsa, başkasındn istemem. İstersem edebi tecavüz
olur. Allah’ın gücüne gider (49).”
Son tahlilde padişahlar padişahını bir kez
daha idrak eden Yürekdede, Ayşe Nine’nin yanına döner ve yolculuklarını
tamamlarlar. Hikayenin başı itibariyle adil bir düzen ve yönetimin
dinamiklerini sunmaya çalışan eserdeki en temel nokta, fert ve aile
hususiyetlerinin şekillendiği düzlemdir. Yukarıda örneklerine değindiğimiz bu
düzlem, Kur’an ve Sünnet harcıyla şekillenmiş irfani bir yaşam tarzıdır ki
istişareden, mütevazılığa, cömertlikten güvene dek pek çok beşeri ilişkinin
ideal şeklini sunar. Fertten aileye, toplumdan devlete kadar birlik ve bütünlük
içinde yüreklerimizi yeniden dirilttiğimiz nice devletli günlere niyazıyla...
_________________________________________________
1. Cahit Zarifoğlu, Yürekdede ile Padişah (İstanbul:
Akabe Yayınları, 1988), 9. Bu yazıda Yürekdede ile Padişah kitabından yapılacak alıntılar, metinde
parantez içinde sayfa numarası verilerek gösterilecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder