6 Şubat 2016 Cumartesi

Mistik edebiyat kapsamında, Mantıku't-Tayr ve Buda'nın Sutta'ları üzerine bir değini.

29.04.2015
TKL 393 - Hicret Osta
Mantıku’t-Tayr ve Suttalar
     Arayış ve tecrübe bağlamında bir çatı terim olarak kullanılan mistisizm, anlatılamayanı anlatma sahası olarak kabul edilmektedir. “Bütün bir hakikat problemine aklî ve daha çok sezgiye dayalı melekelerle özel biçimde yaklaşmak”1 manasına gelen mistisizm, mistik bir hristiyan ilahiyatı olarak ortaya çıkmışsa da “görünenin ötesine veya görünmez olana geçme tecrübesi, şeklindeki genel anlamıyla belli bir dine özgü olmayıp bütün dinlerde rastlanan bir olgudur.”2
     Bilincin dönüşerek zihnin bir noktadan başka bir noktaya varması, bunun neticesinde de zihin, beden ve dış dünya farkındalığının bir bütün halinde hareketinin tecrübe edilmesi, mistisizmin karakteristik özelliğidir. Diğer bir deyişle beden, zihin ve dış dünya farkındalığının bütünsel yolculuğu, mistik tecrübenin başat yönüdür. Mistik tecrübe sonucunda; mutlak hakikatin aşkın varlığına ulaşma, benliğin tanrı ile bir olması hedeflenir. Fakat bu noktada belirtilmesi gereken husus şudur ki; bu hedeflenen “bir”liğin ifade ediliş şekli, dünyadaki bütün mistik doktrinlerde farklı yapısal kavramlarla kendini göstermiştir. “Mesela mutlak hakikat tecrübesiyle ilgili olarak bazı mistikler şahsi tanrı terimleriyle konuşurken bazıları Brahman, boşluk, Nirvana, bir, iyi gibi gayri şahsi bir gerçek varlıktan söz etmektedir.” 3
     Bu bağlamda baktığımızda, inceleyeceğimiz iki farklı kültür havzasının mistik tecrübeye dair yazıya dökülmüş ürünleri olan Buda’nın suttaları ve Feridüddin Attar’ın Mantıku’t Tayr’ında da bu tarz kavramsal farklılıklar ön planda olup dikkat çekmekle birlikte, ikisi de yine bir mutlak hakikat arayışı içerisinde olmak suretiyle ortak bir noktada kesişmektedirler. Fakat bu yazıda ele alınacak temel konu ise, bahsi geçen metinleri mürşidin / öğreticinin rolü bakımından karşılaştırarak aralarındaki benzerlik ve farklılıkların metinlerin oluşturdukları mistik dile nasıl yansıdığını tesipt etmeye çalışmaktır.
_________________________________________________________
1-2-3. Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisi, İlhan Kutluer (İstanbul: TDV Yayın Matbaacılık, 2005), “Mistisizm” maddesi.

     Öncelikle suttaların günümüze ulaşma ve hangi manalara geldiği üzerinde duracak olursak; ilk söylememiz gereken tarihsel olarak bahsettiğimiz Buda’nın arkasında hiçbir yazılı metin bırakmamış olmasıdır. Otoritesinin merkezileşmesine karşı olan Buda’nın bu anlamda bilinçli bir tercih yaptığını görüyoruz. Fakat ölümünün ardından geçen uzun yıllar neticesinde “hafız”lar yoluyla sözlü olarak muhafaza edilen öğretiler, iç savaş gibi bu öğretilerin unutulmasına, kaybolmasına sebep olacak pek çok tehlike nedeniyle yazıya geçirilmiş ve böylelikle şu an elimizde bulunan suttalara sahip olunmuştur. Buda ve takipçileri arasında geçen diyaloglar, bunların yazılı hali, ve son olarak da okuyucunun bu öğretileri pratiğe geçirme hadisesinin hepsine birden sutta denilmekte, ve bu üçü de ayrışmaz kabul edilmektedir. Dolayısıyla sutta derken, yazarının sistematik bir biçimde bütünlüklü olarak geriye bıraktığı bir metin değil, ilk olarak sözlü yolla aktarılıp, sonradan takipçiler tarafından yazıya geçirilmiş bir dizi metinle karşı karşıya olduğumuzu bilmeliyiz.
     Bu anlamda Mantıku’t Tayr’ın ise, bizzat yazarı tarafından mistik tecrübenin aktarılması adına edebi sanatların da dikkate alınarak yazıldığı, çok daha yazılı kültür havzasının özelliklerini taşıyan bütünlüklü bir metin olduğunu söyleyebiliriz. Sonuç itibariyle iki kapak arasında toplanmış kitabi bir metinden bahsediyor olacağız Mantıku’t Tayr derken, suttaların aksine.
     “Genellikle mistisizme göre insanın yeryüzündeki varlığının başlıca amacı kendi gerçek varlığını keşfetmek ve onunla aynîleşmektir.”4  Mistizimdeki bu keşfetme sürecinin katıksız bir "arayış", dolayısıyla da ruhsal, zihinsel ve/ya fiziksel "yolculuk" anlayışlarını da beraberinde getirdiği yadsınamaz bir gerçektir. Bunun bir kanıtı da farklı kültür coğrafyalarında gelişen mistik düşüncelerin hemen hemen hepsinde farklı şekillerde ifade edilmesine rağmen, arayış ve yolculuk temalarının genişçe yer tutmasıdır.
________________________________________________________
4. Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisi, İlhan Kutluer (İstanbul: TDV Yayın Matbaacılık, 2005), “Mistisizm” maddesi.

     Bahsedilen bu arayış ve yolculuk ise çoğu mistikçi için bir öğreticinin / mürşitin önderliği ve gözetiminde, en asgarî seviyede ise bir öğreticinin düşünce doktrinleri çerçevesinde hareketle sağlanır. Bu anlamda mürşidin önemi bir kat daha artmaktadır; zira öğretici bu yolculuk ve arayış serüveninde mistik tecrübeye dahil olan ya da olmak isteyen kişiye rehberlik edecektir adeta.
     Suttalara ve Mantıku’t-Tayr’a baktığımızda, birbirlerinden şekilsel, metinsel ve ürünü oldukları kültürler açısından çok farklılıklar taşımalarına rağmen mistiksel düzlemde, öğreticinin rehber olarak vazife alması ortak noktalarıdır. İlkinde Buda’nın bizzat kendisinin, ikincisinde ise Hüdhüd aracılığıyla Attar’ın bir rehber olarak, tarifler yaptıklarına, takipçilerine belirli yönleri işaret ettiklerine, yolculukta geldikleri “haller” ve aşamalar konusunda onları bilgilendirdiklerine, takipçilerin ihtiyaçlarına göre bilgiyi düzenleyip sunduklarına şahit olmaktayız.
     Öğreticiyi bir rehber olarak kabul ettiğimiz mistik tecrübe sahasında, öğreticinin hangi yöntemler vasıtasıyla bu rolü sürdürdüğüne baktığımızda ise takipçileri ile arasında geçen sorularla örülü diyalogların sıklığı dikkatimizi çekmektedir. Buda, ele aldığımız suttaların birçoğunda ya takipçilerine soru sorarak, bir düşünceden hareketle onların derinleşmelerini sağlamış ya da bizzat takipçilerden gelen soruları cevaplayarak onları mistik tecrübeye katmıştır. Örneğin beş numaralı suttasında Buda, size “bütün”ü öğreteceğim diyerek konuşmasına başlar ve akabinde, “what is the all?” diye sorarak takipçilerini bu konuda düşünmeye çeker. Ya da takipçilerinin yönelttikleri soruları, kimi zaman sorularla kimi zaman da doğrudan cevaplarla karşılayarak  diyaloğu devam ettirir.
     Aynı yöntemin Mantıku’t- Tayr’da da sürdürülüğünü görüyoruz. Mesela, kuşların pek çoğu kişisel meyil ve aşklarından dem vurarak ilk başta yolculuğa katılmayı kabul etmezler. Fakat Hüdhüd’ün “Aşkın küfürle ve imanla işi ne? Âşıkların bir an için bile olsa canla ne işi var? Daha ne zaman kadar korkacaksın?”5 şeklindeki soruları, aşkı yolculuklarına engel olarak gösteren kuşları düşündürmüş ve yola koyulma noktasında onları ikna etmiştir. Bunun dışında da pek çok yerde, kuşların şüpheye düştükleri noktada Hüdhüd’e sorular sorduklarını ve Hüdhüd’ün bunları açıkladığını görüyoruz.
      Yine Buda ve Attar’ın, mürşit olarak anlatılması güç tecrübî durumları hikaye ederek, takipçilerine rehberlik yaptıklarını görüyoruz. İlk suttasında Buda, insanın doğal muhit [natural habitat] bölgesinde kalarak dışarı çıkmamasının insanı nasıl güvende tuttuğunu anlatmak için bıldırcın ve onu avlamaya çalışan şahinin başından geçenleri anlatır. Hikayeleme aracılığıyla anlatılmak istenen duruma işaret etmeyi Mantıku’t-Tayr’da da görürüz. Yalnız burada hikayeyi Hüdhüd takipçilerine değil, Attar doğrudan okuyucularına anlatır. Bu anlamda Buda gibi aracısız bir şekilde, yani bir sembol üzerinden gitmeden öğretiye muhatap olanlara seslenir bir bakıma. Neredeyse eserin bütününde, Hüdhüd ve kuşların yaşadıkları bir olayın hemen akabinde, olayda verilmek istenen mesajın somutlaşmış bir hikaye versiyonu bulunmaktadır. Böylece Attar, öğretici olarak okurunun mistik tecrübesini genişletir.
_______________________________________________________
5. Feridü’d-din Attar, Mantıku’t-Tayr Kuşların Diliyle, çev., Mustafa Çiçekler (İstanbul: Kaknüs Yayınları, 2006), 141.

     Bahsi geçen iki ayrı yazınsal üründe öğreticilerin rollerinin farklılık gösterdiği durumlar da vardır. Bunlardan biri, Buda’nın adeta bir tabip vazifesi görerek takipçilerine yaklaşmasıdır. Örnek olarak ikinci suttaya bakarsak; Buda, Mâlukya isimli bir takipçisiyle diyalog halindedir. Önce onu dinler ve sorununu gözle görülür bir hale getirir. Sonra muhatabını, kendi yaşamsal durumu içinde merkezi olana yönlendirir, onu doğal muhitine çeker bir anlamda ve “kendini toplamasını” sağlar. Diğer bir deyişle re-orientation yaparak farklı bir yön gösteren fikir ve bakış açılarıyla karşılaştırır muhatabını.
     Bunun örneğini ikinci suttada Buda’nın ağzından dinliyoruz: “I have determined this is unease…Why have I determined these matters? To do so leads to what is beneficial, to the beginning of training, to disenchantment, to dispassion, to cessation, to peace, to direct knowing, to awakening, to unbinding.” Buda’nın tabipliği ile beden kendi varsayımlarını görebilir hale geliyor ve böylece teşhis sunulunca muhatap da iyileşiyor. Çünkü bir anlamda Buda, hastalıktan kurtuluş reçetesini sunuyor.
     Mantıku’t-Tayr’da ise, bir derde derman bulma veya çözüm üretme bağlamında mürşit, tabiplik vazifesi görmez. Aksine “dert”in muhafaza edilmesi amaçlanır. Bu anlamda, mürşit derdi olmaya dert edindirir, derdi olanın da bu derdinin devamlılığını sağlar, derde çare bulmak yerine. Attar, derdin önemine şu sözleriyle dikkat çeker: “Dert sahibi ol, çünkü derdin, kendinin dermanıdır. İki âlemde de can ilacın kendi derdindir… Zahitlikten ve saflıktan vazgeç; insana dert ve musibet gereklidir. Derdi olanın dermanı olmasın. Derdine derman isteyenin canı çıksın.”6 Mantıku’t-Tayr’da derdin, mistik arayış esnasında asıl motivasyonu sağlayan, dolayısıyla çözümlenmemesi ve giderilmemesi gereken bir şey olarak konumlandırılması, mürşidin de doğrudan bir tabip gibi düşünülmesini engelliyor.
________________________________________________________
6. Feridü’d-din Attar, Mantıku’t- Tayr Kuşların Diliyle, çev., Mustafa Çiçekler (İstanbul: Kaknüs Yayınları, 2006), 411.
    
     Bu iki metin arasında mürşitler açısından değerlendirilme yapıldığında bir farklılık da, iki farklı mistik düşüncenin duyumsama alanlarının aynı olmaması nedeniyle öğreticilerin muhataplarının farklı duyumsama alanlarına hitap etmeleridir. Bu farklılığın, suttalarda Buda’nın Mantıkut’t-Tayr’da ise Hüdhüd’ün yani Attar’ın kendilerini ifade ediş şekillerine, dolayısıyla metinlerin kurulduğu mistik dile yansıdığını görürüz.
     Budizm’de görme, fark etme, algılama merkezi olarak zihin kabul edilirken, tasavvufta bu merkez gönüldür. İlkinden bahsedecek olursak; Buda’nın güvenlikli alan olarak ilan ettiği doğal muhit, insanın kalması gereken yerdir. Burada kalarak insan ancak içkin bir huzura erebilir. Bu da ancak duyumsanılan şeylerin zihinde yer kaplamasına izin vermeden, onlara tutunmadan akıp gitmelerini sağlayarak elde edilebilecek bir durumdur.  Zihin şeyleri oldukları gibi görmeyi geliştirir ve zanaat haline getirirse, kişi doğal muhitinde kalmayı başarabilecek, böylece zihin-beden farkındalığı elde edilerek “şu an”da kalabilecektir.
     İnsanın aydınlanmasını, şeyleri olduğu gibi görecek zihinsel bir berraklığa bağlayan Buda, bu nedenle öğretilerini dile getirirken sanatlı bir anlatıdan uzak duruyor. Şeyleri tam da oldukları gibi ifade ediyor ki şeyleri oldukları gibi görmenin önüne set çekilmesin. Mantıku’t-Tayr’a kıyasla suttaların çok daha yavan bir dille kurulmuş olması, bu düşünceden kaynaklanmaktadır. Suttalar içinde terminolojik kavramların çok kullanılması da yine, şeylere doğrudan temas edebilen kelimelere sahip olmak ve onları kullanmak bağlamında önem arz eder.
     Tasavvufta algılama merkezinin zihin değil gönül olması, karşılaştırdığımız iki mistik alan için köklü bir değişim sayılabilir. Çünkü gönül, muhatabını doğrudan duygulara bağlar. Elbette ki bir duyumsama hala mevcut bulunmakta, ama bu duyumsamanın artık eli ya da ayağı hissetmekten farklı olarak, duyguların duyumsaması olduğu açıktır. Bu nedenledir ki, Attar sanatkârane kullandığı bir dille duygulara hitap etmeyi başarır. Çünkü öğretisi mantık ya da zihin gibi araçlarla değil, ancak duyguları algılayan gönül tarafından anlaşılabilecektir. Kendisi de bu durumu şöyle açıklar: “Divanım baştan başa divanelikten ibaret. Akıl bu sözlere yabancı.”7
     Bu minvalde, yine Buda’nın kendisini temsilen hiçbir sembol kullanmadan öğretici vasfıyla, muhataplarına doğrudan seslendiğini görüyoruz. Çünkü araya Buda’dan başka bir sesin girmesi, muhatabın zihninin şeyleri olduğu gibi algılamasına engel olması olarak görülür. Fakat tasavvufun tanrının zahir ve batın sıfatlarına binaen, ontolojik açıdan yaptığı görünen ve görünmeyen ayrımı, eserin mistik dilinde son derece etkilidir. Zahirde Hüdhüd, batında Attar, batın’ül batında ise Allah’ın sesini duyarak tasavvuf öğretise muhatap olur okuyucu. Aynı bağlamda Attar’ın eserinin şekli bakımından şiiri seçmiş olması da tesadüfi değildir. Zahir ve batını içinde taşıyabilme özelliğinden dolayı, eser manzum olarak vücuda gelmiştir.
     Sonuç olarak, öğreticinin rolleri bakımından karşılaştırmaya çalıştığımız iki farklı kültür havzasının ürünü olan Suttalar ve Mantıku’t-Tayr eseri, kimi yerde kesişirken kimi yerde de tam aksi istikamette özellikler göstermişlerdir. Bu yazıda, belirlenen kesişim ve ayrışım noktaları temel alınarak bu metinlerdeki mevcut mistik dillere dair çıkarımlar yapılmaya çalışılmıştır.
_________________________________________________________________
7. Feridü’d-din Attar, Mantıku’t- Tayr Kuşların Diliyle, çev., Mustafa Çiçekler (İstanbul: Kaknüs Yayınları, 2006), 418.

KAYNAKÇA

1.     Attar, Feridü’d-din. Mantıku’t-Tayr Kuşların Diliyle. Çeviren Mustafa Çiçekler.   İstanbul: Kaknüs Yayınları, 2006.

2.     Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisi. İlhan Kutluer. 30 cilt. İstanbul: TDV Yayın Matbaacılık, 2005.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder