12 Şubat 2016 Cuma

Şiirde kadın sevgili profilinin değişimi üzerine bir inceleme.


9.12.2015 - Hicret OSTA
TKL 309 ­| Take Home Exam



Şiir Boyunca Kadın

     Genelde edebiyat, özelde ise şiir, temel olarak insana ve insanın oluşturduğu düşünce sistemlerine bağlı olduğu için, insan var olageldiğinden beri döneme hakim olan anlayışın yönlendirmesiyle ya da bizzat dönemi etkilemek suretiyle yaşanan her dönüşümden, değişimden, gelişimden nasibini almıştır. Bu bağlamda, dönemin genel dünya görüşü ya da döneme yeni getirilen anlayış çerçevesinde şiirdeki sevgili/kadın temaları da sürekli bir şekilde değişime uğramıştır. Bu konuyla ilgili olarak tarihsel açıdan birbirinden farklı zamanlarda yazılmış dört şiiri, kadının-sevgilinin nasıl temsil edildiği noktasında değerlendirip, aralarındaki farklılıkları ya da benzerlikleri saptamaya çalışacağız.

     İnceleyeceğimiz ilk şiir, kronolojik olarak da diğerlerine nazaran daha evvelden yazılmıştır. Türkçe Edebiyat’ın “sembolist” sıfatını göğüslemiş şairlerinden en bilindik olanı Ahmet Haşim, “Gelmeden Evvel” şiirinde de semboller üzerinden kurduğu bir dil ile aşk ve sevgili temalı lirik bir şiir yazmıştır. Şiir, başından itibaren şiir öznesinin aşık olmadan önceki ruh durumu, aşık olduktan sonraki hali ve sevgili ile buluşma anı olmak üzere üç kısımdan oluşuyor. Aşk’a bir nevi elem dağıtıcı vazifesi yükleyen şair, bu anlamda sevgili’nin gelişini “alam-ı kalbi teskin” olarak görür. Buluşma anı ise “altın gül”e benzetilen kamerin altında bir nevi sonsuzluğa ulaşma anı olarak tasvir edilir. Buradaki sevgilinin somut bir kadından ziyade, elem dindirici olarak görülen son derece soyut bir varlık olması şiirin başından sonuna dek hissettirilir. Bu soyut sevgilinin varlığı ise seçilen kelimelerle yaratılır. Şiir, keskin hatlarla çizili çok net bir tablo yerine, adeta tuvale hafifçe vurulmuş fırça darbelerindeki renklerden ibaret bir belirsizlik olarak karşımızdadır. “Gölgeler, saye zar, hafi sular, sükut u hüzün” vb kelimeler, bu belirsiz atmosferin oluşumunda etkilidir ve elbette bu atmosfere soyut bir kadın sevgili, çok daha uygun düşmektedir. Buradaki sevgilinin, cinsiyet arka plana atılarak çoğunlukla soyut/ruhani bir varlık olarak yansıtılması, şiirin serbest müstezatta yazılarak aruz ölçüsünden tam kopamayışı,  Ahmet Haşim’in şiirde hala geleneğe bağlı kalan ayağını temsil eden yönleri gibidir. Farklı olarak ise, divan şiirinde asla ulaşılamayan sevgiliyle burada soyut düzlemde de olsa bir/lik olma hali yaşanmaktadır. Böylece, ağzında ab-ı hayat bulunduğuna inanılan sevgilinin “buse”si artık şiir öznesinin “leb”indedir.
  
     Kadın/sevgili bağlamında bakacağımız bir diğer şiir ise Nazım Hikmet’in eşi Piraye için yazdığı “Piraye İçin Yazılmış Saat 21-22 Şiirleri”serisinden bir bölüm. Öncelikle dikkat çeken husus, Nazım Hikmet ve gelenek arasına çekilen oldukça kalın bir çizginin varlığıdır. Bu çizginin kalınlığı ise Nazım Hikmet şiirinin hem içerik hem de biçim itibariyle yepyeni olmasından kaynaklanır. Kamu alanında kadın ve erkek ayrımının çok keskin olduğu bir Osmanlı toplumunda erkekler, mahremi saydıkları eşleri ve kızlarından bahsederken isim dahi vermeksizin  refika, kerime gibi kelimelerle göndermede bulunurlarken ve şiirde de bu kamusal ayrımın bir yansıması olarak sevgili soyut ve genel olarak aynı fiziksel/ruhsal özelliklere sahip ortak bir tiple temsil edilirken, Nazım’ın çok açık bir şekilde eşinden, ismiyle ve onun somut varlığını cinsiyetsizleştirmeksizin “kadın” vurgusuyla bahsetmesi, gelenekle arasındaki mesafenin ilk göstergelerindendir.

     Elbette bu kökten değişimi, biçimdeki kökten değişimin sağladığı da göz ardı edilemez. Artık serbest müstezatı da aşkın bir biçim söz konusudur bu şiirde. Şiirin bitiminde adeta temanın, içeriğin biçime ayak uydurduğu görülür. Cümle öğeleri tamamıyla şairin seçimine bağlı olarak bölünür, uzatılır ve şiirdeki lirik sesin tınısı etkileyici bir şekilde yakalanır. Nazım şiirinin gelenekten kopan ve dönemine bambaşka bir şiir anlayışı getiren içerik ve biçim değişimini, dilin kullanımı, kelime seçimi takip etmektedir. Divan şiirinde mükemmel olanla, kusursuzlukla, vahdetle özdeşleştirilen sevgilinin yüzü burada “kırışık” bir alınla tasvir edilebilmektedir mesela. Ya da “hapis”, “isyan” gibi günlük dildeki kelimelerin kullanımıyla genişletilmiş bir şiir dilinin inşa edildiği ortadadır. Ve bunların dışında sevgilinin/kadının imlediği bambaşka bir evrene işaret eder Nazım Hikmet. Kadın onun için ne hayali bir varlık, ne de “kadın” göndermeleriyle beraber salt bedendir. Bir noktada kendisini adadığı davasının direnç noktasıdır sevgilisi. Bu nedenle Piraye, ne gül ne de ahu bakışlı bir Leyla gibi güzel değil, “isyan bayrağı gibi güzel”dir Nazım’ın gözünde.

     Yine aynı bağlamda inceleyeceğimiz üçüncü şiir ise Orhan Veli’ye ait olan “Altın Dişlim” şiiri. Yazdığı önsöz ile Garip Şiiri’nin manifestosunu duyurmuş olan Orhan Veli, Nazım Hikmet şiirindeki divan şiiri geleneğini alt-üst eden söylemin daha da ileri götürülmüş hali gibidir. Öyle ki Nazım’ın şiirindeki ses arayışını dahi biçime bağlılık addederek, onu burjuva zevkine hizmet noktasında neredeyse gelenekle bağdaşık olarak görür ve bu noktada eleştirir. Kendilerinin ise sosyalist bir bakış açısıyla, halkın anlayabileceği bir düzlemde sade  şiir yazacaklarını deklare eder. Bu noktada “Altın Dişlim” şiirine dönersek, buradaki kadın tasvirinin oldukça sade ve günlük yaşamda karşılabileceğimiz türden, hiçbir kutsal ya da ruhani tarafı olmadan yalnızca “insani” yönüyle ele alınan bir kadın olduğu görülür. Ahmet Haşim’de soyut da olsa kavuşulabilme yönüyle geleneksel sevgiliden ayrışan kadın, Nazım Hikmet’te somutlaşmakla beraber bir dava ile özdeşleştirilerek imge boyutu da taşımaktadır. Fakat Orhan Veli’nin söylediği salt, tastamam “kadın”dır yan anlamları olmaksızın. “Sürmeli, ondüle saçlı, yosma” olarak cinsiyetine açık göndermelerde bulunulan somut sevgilinin anlatımı da dolayısıyla son derece günlük, çağrışımsız, sade kelimelerle ve daha evvelden Türkçe şiirin dilinde kalıplaşmış ifadelerden uzak bir şekilde yapılmıştır. Dolayısıyla günlük olanı öncelediği için uzamı dar bir bakış açısıyla yazılmış kadın/sevgili figürüyle karşılaşmaktayız bu şiirde; taksilere binen, çalgılara giden ve altın dişli.

     Türkçe şiirin girdiği son dönemeçlerden biri olan II. Yeni ise bir akım olmaktan öte bazı ortak noktalara haiz bir şiirin kurulumudur ki, geniş bir çevrede yankı bulmuştur. Son olarak kadın bağlamında inceleyeceğimiz İlhan Berk’in “Balad” şiiri, bu dönem edebiyat anlayışının bir ürünüdür. Cumhuriyet’in ilk neslinin, tarihsel açıdan bir arada kalmışlık hissi duymadan ortaya koyduğu bir yoldur II. Yeni. Dolayısıyla aruz ölçüsünün varlığı iyice ölmüştür zihinlerde, hatta şairler çoğunlukla bu ölçüyü bilmezler bile. Basit gerçeklik üzerine kurulu olan Garip şiirini yıkmaya çalışan II.Yeni, modernist bir tavırla “göreceli” olarak nitelediği “gerçek”liği yepyeni bir düzlemde, alternatif bir dünya fikriyle vermeye çalışır. Yani “gerçek” tekil değildir ve herkes kendi gerçekliğini şiirde kurar. Asıl gerçekliğin dil tarafından yaratıldığını fark ettiklerinden dolayı da II.Yeni şiiri, tamamıyla dile yönelen ve odaklanan bir anlayışı beraberinde getirmiştir.

     İlhan Berk ise II.Yeni’nin uçlarında gezen bir şair olarak, bir şey anlatılmaya çalışıldığı an dilin araçsallaştırıp tüketildiği söylerek, şiirde anlama karşı olduğu ilan eder. Ona göre dilin, imgelem alanı açan ve tüketilmesini neredeyse imkansız kılan hali ancak dilin kendisine odaklanılması suretiyle gerekleştirilebilir. Bu bağlamda II.Yeni’nin kökeni kabul edilen, şiir dilini sözden çok musikiye yakın bularak anlamı geri plana atan Ahmet Haşim’in şiir anlayışı burada zikredilebilir. Ayrıca iç dünyadaki izlenimlerin dışavurulması noktasında oldukça bireysel bir yerden şiire yaklaşan Haşim’in bu tavrının, İlhan Berk’te de görüldüğü çok açıktır. Kullandığı kelimeler, kurduğu cümle yapıları ile herkesin şahsi olarak çözümleyebileceği, yorumlayabileceği bir alan yaratan şair, böylece kendi de dahil tüm okur için yeniden ve yeniden üretilebilen bir şiir dili oluşturmuştur.

     Bu noktada kadın/sevgili konusuna dönersek, “Balad” şiirinde oldukça imgesel, yoruma açık, anlaşılması güç bir sevgiliden bahsolunur. Hatta bir sevgilinin varlığı bile ilk bakışta kolayca çözülemez. “Ben böyle bir deniz görmedim ne kadar seni düşündüm” mısrasıyla, şairin az çok denizle kadını özdeştirdiğini anlıyoruz ama buna rağmen yine de keskin bir anlamdan bahsedemeyiz. “S bir kadın balkonunda baksam ne zaman olurdu” mısrasında da yazarın artık kelimeye bile ihtiyaç duymadan “S” harfinin simgesel, görsel değerinden faydalandığını görüyoruz. Böylece dile yoğunlaşır, S’nin işlevini çözmeye çalışır, mısrayı kolayca anlayamaz ve Berk’in anlayışına göre şiiri tüketemeyiz. Şiirin baş kısmında yer alan bu iki mısranın akabinde şiir öznesi bu dünyadaki olmamışlıktan, kimse tarafından görülmeme halinden, kendisiyle birlikte gelen bir sıkıntıdan bahsederek bireyin yalnızlığına dikkat çeker. Şiirin son kısmında ise “büyük ulu sular yudu beni çokum artık” denilerek, bu yalnızlığın ancak sular tarafından kişinin/öznenin çoğaltılması yoluyla aşılabileceğinin işareti verilir. Su(deniz) ise ya sevgilinin kendisi, ya da sevgiliyi/aşkı düşündürten bir genişlik alanı olarak gösterilir ki, bu durumu bir denizin gelip vurmasıyla okurun ancak anlayabileceği ima edilir. Özetle bu şiirde, Ahmet Haşim’deki kalbe geldiği an hüzünleri teskin eden soyut sevgilinin bir farklı versiyonuyla karşılaşmaktayız diyebiliriz. İlhan Berk için bireyin bu dünyadaki yalnızlığını, sıkışmışlığını, hapsolunmuş halini ancak onu “bir yaşamada”n alıp, başka “bir yaşamaya” koyarak çoğaltan su, yani kadın, yani sevgili, yani aşk olmuştur.


     Sonuç olarak, kadın/sevgili bağlamında incelemeye çalıştığımız bu dört şiir, bir taraftan da kronolojik olarak ele alındığından dolayı, Türkçe şiirin değişim süreci hakkında da fikir vermektedir. Değişen dünyayla birlikte gelenekteki şiir anlayışından yeni bir şiir anlayışına, kimi zaman biçim-içerik benzerliği kısmen korunarak görece daha yumuşak geçişler yapıldığı gibi, kimi zaman da biçim ve içerikte yapılan kökten değişimlerle, kırılmalarla ilerleme sağlanmıştır. İnsan var olduğu sürece yaşayacak olan şiir de kendi serüveninde değişerek, dönüşerek yol almaya, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da devam edecektir :) Dolayısıyla her seferinde farklı kadın/sevgili temsilleri ile karşılaşmamız kuvvetle muhtemeldir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder