9.12.2015 - Hicret OSTA
TKL 309 | Take Home Exam
Şiir Boyunca Kadın
Genelde edebiyat,
özelde ise şiir, temel olarak insana ve insanın oluşturduğu düşünce sistemlerine
bağlı olduğu için, insan var olageldiğinden beri döneme hakim olan anlayışın
yönlendirmesiyle ya da bizzat dönemi etkilemek suretiyle yaşanan her
dönüşümden, değişimden, gelişimden nasibini almıştır. Bu bağlamda, dönemin
genel dünya görüşü ya da döneme yeni getirilen anlayış çerçevesinde şiirdeki
sevgili/kadın temaları da sürekli bir şekilde değişime uğramıştır. Bu konuyla
ilgili olarak tarihsel açıdan birbirinden farklı zamanlarda yazılmış dört
şiiri, kadının-sevgilinin nasıl temsil edildiği noktasında değerlendirip,
aralarındaki farklılıkları ya da benzerlikleri saptamaya çalışacağız.
İnceleyeceğimiz
ilk şiir, kronolojik olarak da diğerlerine nazaran daha evvelden yazılmıştır.
Türkçe Edebiyat’ın “sembolist” sıfatını göğüslemiş şairlerinden en bilindik
olanı Ahmet Haşim, “Gelmeden Evvel” şiirinde de semboller üzerinden kurduğu bir
dil ile aşk ve sevgili temalı lirik bir şiir yazmıştır. Şiir, başından itibaren
şiir öznesinin aşık olmadan önceki ruh durumu, aşık olduktan sonraki hali ve
sevgili ile buluşma anı olmak üzere üç kısımdan oluşuyor. Aşk’a bir nevi elem
dağıtıcı vazifesi yükleyen şair, bu anlamda sevgili’nin gelişini “alam-ı kalbi
teskin” olarak görür. Buluşma anı ise “altın gül”e benzetilen kamerin altında
bir nevi sonsuzluğa ulaşma anı olarak tasvir edilir. Buradaki sevgilinin somut
bir kadından ziyade, elem dindirici olarak görülen son derece soyut bir varlık
olması şiirin başından sonuna dek hissettirilir. Bu soyut sevgilinin varlığı
ise seçilen kelimelerle yaratılır. Şiir, keskin hatlarla çizili çok net bir
tablo yerine, adeta tuvale hafifçe vurulmuş fırça darbelerindeki renklerden
ibaret bir belirsizlik olarak karşımızdadır. “Gölgeler, saye zar, hafi sular,
sükut u hüzün” vb kelimeler, bu belirsiz atmosferin oluşumunda etkilidir ve
elbette bu atmosfere soyut bir kadın sevgili, çok daha uygun düşmektedir.
Buradaki sevgilinin, cinsiyet arka plana atılarak çoğunlukla soyut/ruhani bir
varlık olarak yansıtılması, şiirin serbest müstezatta yazılarak aruz ölçüsünden
tam kopamayışı, Ahmet Haşim’in şiirde
hala geleneğe bağlı kalan ayağını temsil eden yönleri gibidir. Farklı olarak
ise, divan şiirinde asla ulaşılamayan sevgiliyle burada soyut düzlemde de olsa
bir/lik olma hali yaşanmaktadır. Böylece, ağzında ab-ı hayat bulunduğuna
inanılan sevgilinin “buse”si artık şiir öznesinin “leb”indedir.
Kadın/sevgili
bağlamında bakacağımız bir diğer şiir ise Nazım Hikmet’in eşi Piraye için
yazdığı “Piraye İçin Yazılmış Saat 21-22 Şiirleri”serisinden bir bölüm.
Öncelikle dikkat çeken husus, Nazım Hikmet ve gelenek arasına çekilen oldukça
kalın bir çizginin varlığıdır. Bu çizginin kalınlığı ise Nazım Hikmet şiirinin
hem içerik hem de biçim itibariyle yepyeni olmasından kaynaklanır. Kamu
alanında kadın ve erkek ayrımının çok keskin olduğu bir Osmanlı toplumunda
erkekler, mahremi saydıkları eşleri ve kızlarından bahsederken isim dahi
vermeksizin refika, kerime gibi kelimelerle
göndermede bulunurlarken ve şiirde de bu kamusal ayrımın bir yansıması olarak
sevgili soyut ve genel olarak aynı fiziksel/ruhsal özelliklere sahip ortak bir tiple
temsil edilirken, Nazım’ın çok açık bir şekilde eşinden, ismiyle ve onun somut
varlığını cinsiyetsizleştirmeksizin “kadın” vurgusuyla bahsetmesi, gelenekle
arasındaki mesafenin ilk göstergelerindendir.
Elbette bu kökten
değişimi, biçimdeki kökten değişimin sağladığı da göz ardı edilemez. Artık
serbest müstezatı da aşkın bir biçim söz konusudur bu şiirde. Şiirin bitiminde
adeta temanın, içeriğin biçime ayak uydurduğu görülür. Cümle öğeleri tamamıyla
şairin seçimine bağlı olarak bölünür, uzatılır ve şiirdeki lirik sesin tınısı
etkileyici bir şekilde yakalanır. Nazım şiirinin gelenekten kopan ve dönemine
bambaşka bir şiir anlayışı getiren içerik ve biçim değişimini, dilin kullanımı,
kelime seçimi takip etmektedir. Divan şiirinde mükemmel olanla, kusursuzlukla,
vahdetle özdeşleştirilen sevgilinin yüzü burada “kırışık” bir alınla tasvir
edilebilmektedir mesela. Ya da “hapis”, “isyan” gibi günlük dildeki kelimelerin
kullanımıyla genişletilmiş bir şiir dilinin inşa edildiği ortadadır. Ve
bunların dışında sevgilinin/kadının imlediği bambaşka bir evrene işaret eder
Nazım Hikmet. Kadın onun için ne hayali bir varlık, ne de “kadın” göndermeleriyle
beraber salt bedendir. Bir noktada kendisini adadığı davasının direnç
noktasıdır sevgilisi. Bu nedenle Piraye, ne gül ne de ahu bakışlı bir Leyla
gibi güzel değil, “isyan bayrağı gibi güzel”dir Nazım’ın gözünde.
Yine aynı
bağlamda inceleyeceğimiz üçüncü şiir ise Orhan Veli’ye ait olan “Altın Dişlim”
şiiri. Yazdığı önsöz ile Garip Şiiri’nin manifestosunu duyurmuş olan Orhan
Veli, Nazım Hikmet şiirindeki divan şiiri geleneğini alt-üst eden söylemin daha
da ileri götürülmüş hali gibidir. Öyle ki Nazım’ın şiirindeki ses arayışını
dahi biçime bağlılık addederek, onu burjuva zevkine hizmet noktasında neredeyse
gelenekle bağdaşık olarak görür ve bu noktada eleştirir. Kendilerinin ise sosyalist
bir bakış açısıyla, halkın anlayabileceği bir düzlemde sade şiir yazacaklarını deklare eder. Bu noktada
“Altın Dişlim” şiirine dönersek, buradaki kadın tasvirinin oldukça sade ve
günlük yaşamda karşılabileceğimiz türden, hiçbir kutsal ya da ruhani tarafı
olmadan yalnızca “insani” yönüyle ele alınan bir kadın olduğu görülür. Ahmet
Haşim’de soyut da olsa kavuşulabilme yönüyle geleneksel sevgiliden ayrışan
kadın, Nazım Hikmet’te somutlaşmakla beraber bir dava ile özdeşleştirilerek
imge boyutu da taşımaktadır. Fakat Orhan Veli’nin söylediği salt, tastamam
“kadın”dır yan anlamları olmaksızın. “Sürmeli, ondüle saçlı, yosma” olarak
cinsiyetine açık göndermelerde bulunulan somut sevgilinin anlatımı da
dolayısıyla son derece günlük, çağrışımsız, sade kelimelerle ve daha evvelden
Türkçe şiirin dilinde kalıplaşmış ifadelerden uzak bir şekilde yapılmıştır. Dolayısıyla
günlük olanı öncelediği için uzamı dar bir bakış açısıyla yazılmış
kadın/sevgili figürüyle karşılaşmaktayız bu şiirde; taksilere binen, çalgılara
giden ve altın dişli.
Türkçe şiirin
girdiği son dönemeçlerden biri olan II. Yeni ise bir akım olmaktan öte bazı
ortak noktalara haiz bir şiirin kurulumudur ki, geniş bir çevrede yankı
bulmuştur. Son olarak kadın bağlamında inceleyeceğimiz İlhan Berk’in “Balad”
şiiri, bu dönem edebiyat anlayışının bir ürünüdür. Cumhuriyet’in ilk neslinin,
tarihsel açıdan bir arada kalmışlık hissi duymadan ortaya koyduğu bir yoldur
II. Yeni. Dolayısıyla aruz ölçüsünün varlığı iyice ölmüştür zihinlerde, hatta
şairler çoğunlukla bu ölçüyü bilmezler bile. Basit gerçeklik üzerine kurulu
olan Garip şiirini yıkmaya çalışan II.Yeni, modernist bir tavırla “göreceli”
olarak nitelediği “gerçek”liği yepyeni bir düzlemde, alternatif bir dünya
fikriyle vermeye çalışır. Yani “gerçek” tekil değildir ve herkes kendi
gerçekliğini şiirde kurar. Asıl gerçekliğin dil tarafından yaratıldığını fark
ettiklerinden dolayı da II.Yeni şiiri, tamamıyla dile yönelen ve odaklanan bir
anlayışı beraberinde getirmiştir.
İlhan Berk ise
II.Yeni’nin uçlarında gezen bir şair olarak, bir şey anlatılmaya çalışıldığı an
dilin araçsallaştırıp tüketildiği söylerek, şiirde anlama karşı olduğu ilan
eder. Ona göre dilin, imgelem alanı açan ve tüketilmesini neredeyse imkansız
kılan hali ancak dilin kendisine odaklanılması suretiyle gerekleştirilebilir.
Bu bağlamda II.Yeni’nin kökeni kabul edilen, şiir dilini sözden çok musikiye
yakın bularak anlamı geri plana atan Ahmet Haşim’in şiir anlayışı burada
zikredilebilir. Ayrıca iç dünyadaki izlenimlerin dışavurulması noktasında
oldukça bireysel bir yerden şiire yaklaşan Haşim’in bu tavrının, İlhan Berk’te
de görüldüğü çok açıktır. Kullandığı kelimeler, kurduğu cümle yapıları ile
herkesin şahsi olarak çözümleyebileceği, yorumlayabileceği bir alan yaratan
şair, böylece kendi de dahil tüm okur için yeniden ve yeniden üretilebilen bir
şiir dili oluşturmuştur.
Bu noktada
kadın/sevgili konusuna dönersek, “Balad” şiirinde oldukça imgesel, yoruma açık,
anlaşılması güç bir sevgiliden bahsolunur. Hatta bir sevgilinin varlığı bile
ilk bakışta kolayca çözülemez. “Ben böyle bir deniz görmedim ne kadar seni
düşündüm” mısrasıyla, şairin az çok denizle kadını özdeştirdiğini anlıyoruz ama
buna rağmen yine de keskin bir anlamdan bahsedemeyiz. “S bir kadın balkonunda
baksam ne zaman olurdu” mısrasında da yazarın artık kelimeye bile ihtiyaç
duymadan “S” harfinin simgesel, görsel değerinden faydalandığını görüyoruz.
Böylece dile yoğunlaşır, S’nin işlevini çözmeye çalışır, mısrayı kolayca
anlayamaz ve Berk’in anlayışına göre şiiri tüketemeyiz. Şiirin baş kısmında yer
alan bu iki mısranın akabinde şiir öznesi bu dünyadaki olmamışlıktan, kimse
tarafından görülmeme halinden, kendisiyle birlikte gelen bir sıkıntıdan
bahsederek bireyin yalnızlığına dikkat çeker. Şiirin son kısmında ise “büyük
ulu sular yudu beni çokum artık” denilerek, bu yalnızlığın ancak sular
tarafından kişinin/öznenin çoğaltılması yoluyla aşılabileceğinin işareti
verilir. Su(deniz) ise ya sevgilinin kendisi, ya da sevgiliyi/aşkı düşündürten
bir genişlik alanı olarak gösterilir ki, bu durumu bir denizin gelip vurmasıyla
okurun ancak anlayabileceği ima edilir. Özetle bu şiirde, Ahmet Haşim’deki kalbe
geldiği an hüzünleri teskin eden soyut sevgilinin bir farklı versiyonuyla
karşılaşmaktayız diyebiliriz. İlhan Berk için bireyin bu dünyadaki yalnızlığını,
sıkışmışlığını, hapsolunmuş halini ancak onu “bir yaşamada”n alıp, başka “bir
yaşamaya” koyarak çoğaltan su, yani kadın, yani sevgili, yani aşk olmuştur.
Sonuç olarak,
kadın/sevgili bağlamında incelemeye çalıştığımız bu dört şiir, bir taraftan da
kronolojik olarak ele alındığından dolayı, Türkçe şiirin değişim süreci
hakkında da fikir vermektedir. Değişen dünyayla birlikte gelenekteki şiir
anlayışından yeni bir şiir anlayışına, kimi zaman biçim-içerik benzerliği
kısmen korunarak görece daha yumuşak geçişler yapıldığı gibi, kimi zaman da
biçim ve içerikte yapılan kökten değişimlerle, kırılmalarla ilerleme
sağlanmıştır. İnsan var olduğu sürece yaşayacak olan şiir de kendi serüveninde
değişerek, dönüşerek yol almaya, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da devam
edecektir :) Dolayısıyla her seferinde farklı kadın/sevgili temsilleri ile
karşılaşmamız kuvvetle muhtemeldir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder